Almanya&[#]8217;daki çocuklarını ziyaretten dönen yaşlı teyzeye, Almanya&[#]8217; da neler gördüğünü, Almanya&[#]8217;yı nasıl bulduğunu sormuşlar. O da gördüğü, bulduğu farklılıkları sıralamış. &[#]8220;Uşağım gaymak gibi yolla, uşaksız sokakla, süslü garıla, cennet gibi yemyeşil bahcele, parkla; goku vermeyen çiçekle, yağsuz yemekle, uşakla gibi ocaklarda, gucaklarda bakılan kedile, köpekle, şeytanarabasına (bisiklete) binen goca avratla, hiç kesilmeyen sula, elektrikle, selamsuz geçmeyen insanla,&[#]8230;&[#]8221;

Gerçekten de yaşlı teyzenin sıraladığı farklılıklar Almanya&[#]8217;yı ve Almanya&[#]8217;nın ülkemizden ve

teyzenin köyünden, kentinden olan farklılıklarını anlatmaya fazlasıyla yetiyordu.

1960&[#]8217;lı, 1970&[#]8217;li yıllarda, değil Almanya&[#]8217;dan, Avrupa&[#]8217;dan; Türkiye&[#]8217;nin gelişmiş bir bölgesinden,plaka numaraları 7 ile biten Kastamonu, Sinop ve (O yıllarda Bartın ve Karabük&[#]8217;ü de içine alan) Zonguldak&[#]8217; a yolu düşenlere, oraları nasıl buldun, neler gördün? diye sorsalardı, herhalde onlar da &[#]8220;çok güzel yerler, güzel insanlar ama levhalarında 10-15 km yazıp da bir saatte zor gidilen tozlu, topraklı, kıvrıla, kıvrıla giden virajlı yolları olmasa&[#]8221;&[#]8230; diye söze başlarlardı.

Şüphesiz yol gitmeyen yere başka hizmetlerin gitmesinden de söz edilemezdi. Son Osmanlı dönemi vali ve sadrazamlarından Sivas Valisi Halil Rifat Paşa &[#]8220;Gidemediğin yer senin değildir!&[#]8221; sözünü boş yere söylememişti. (Bizim de, köyde olmadığımız için gidip gelemediğimiz, ekip dikemediğimiz, büyüyen ağaçlarını kesemediğiz tarlalarımız, arazilerimizin orman halini aldığı için elimizden alındığı, kesenlere bırakıldığı gibi!)

Türkiye&[#]8217;nin 1949 yılında Nato&[#]8217;ya girmesi ile limanlarımıza gelen askeri yardımları içerilere ulaştıracak yolların olmaması askeri sıkıntılara neden oluyordu. Daha çok bu sıkıntılarla gündeme gelen yol ihtiyacını karşılamak için, Amerikalıların yardımı ile ülkemizde, 1950 yılında bugünkü Karayolları Genel Müdürlüğü kurulmuştu.

Amerika standartlarında kurulan ve teşkilatlanan bu kuruluşun kurulmasıyla ülkemizde modern anlamda karayolu çalışmaları başlamıştı. Bu başlangıç ile, o günlere kadar, insan ve hayvan gücü ile yapılan yol çalışmalarının yerini Amerika&[#]8217;dan gelen makinelerle yapılan yol çalışmaları almıştı.

Bu çalışmalar 8-10 yıl gibi kısa sürede sonuç vermiş; kuruluş, yaptığı çalışmalarla halkın sevgisini kazanmıştı. 1960&[#]8217;lı yılların ortalarına gelindiğinde, ülkenin karayolları haritasında siyaha boyanmış (asfalt) yollar epeyce yaygınlaşmıştı. Ancak Sinop, Kastamonu ve Zonguldak gibi ana istikametler üzerinde bulunmayan illerin ve bölgelerin yolları hala kazma-kürek (nafıa) döneminde yapılan yollardı. Bu bölgelerin karayolu haritası, testere dişi gibi kırıklı kırmızı çizgilerle gösterilen virajlı, stabilize, tozlu yolları gösteriyordu. Şüphesiz bunda bunda coğrafyasından kaynaklanan güçlüklerin de payı vardı.

1965 Yılı Karayolu Haritasının Üç Talihsiz Yedililerle ilgili bölümünden bir görünüm

Sıra bu kenarda kalmış, ihmal edilmiş yörelerin yollarına gelmişti ki bu amaçla 1960&[#]8217;lı yılların ortalarında, buralarda yeni Karayolları Bölge Müdürlükleri kurulmuştu. Bu müdürlüklerden birisi de 1966 yılı başlarında kurulan Karayolları Kastamonu 15. Bölge Müdürlüğü idi.

Bölge Müdürlüğünün kurulduğu yıllarda, üç ildeki asfalt ya da beton ve taş parke kaplı yolların toplam uzunluğu 40&[#]8211;50 kilometreyi geçmiyordu. Üç İldeki diğer tüm yollar, zor arazi koşullarında, kazma-kürekle yapılmış virajlı, stabilize (kum+çakıl) kaplamalı yollardı. Köprü ve menfezlerin çoğu da ahşaptı ve üzerlerinde &[#]8220;Azami yük 7 ton, 10 ton&[#]8221; gibi uyarı levhaları olurdu. Bu nedenle karayolları haritalarında ve yollarda trafik levhalarında gösterilen mesafeler, seyahat sürelerini kestirme açısından çok yanıltıcı olabiliyordu.

Örneğin o yıllarda trafik levhasında 115 km yazan Karabük-Kastamonu arası 5,5 - 6 saatte; 63 km yazan Zonguldak-Ereğli arası 3&[#]8211;3,5 saatte alınabiliyordu. Bu ve diğer yollarda, yolcu otobüsleri, içeride perişan olan yolcular yüzünden, 30&[#]8211;40 km de bir, ihtiyaç molası vermek zorunda kalıyordu. 90 km olan Cide-İnebolu ve 150 km&[#]8217; yi bulan İnebolu-Sinop arasında ve bölgenin daha birçok yerinde dört tekerlikli vasıtanın gidebileceği bir yol bağlantısı yoktu. İmparatorluk döneminin önemli vilayetlerinden birisi olan Kastamonu, tarihi kapalı cezaevi ve eşsiz doğasıya ünlü şirin Sinop ve kömür diyarı Zonguldak ulaşılması çok zor olan illerimiz durumunda idi. 1970&[#]8217;li, hatta 80&[#]8217;li yıllarda bile bu üç tahlisiz yedililerin il merkezlerine giden yollar, özellikle bölgenin yabancısı olan ağır vasıta sürdükleri için, bir daha sadece dönüş için kullanılacak yollar olurdu!

Ancak bölgenin bu zorlu yollarının, bölgeye gelen bir memurun, dönüşü göze alamadığı için hiç tayin istememesi gibi; 1970&[#]8217;li yıllarda Zonguldak deplasmanına gelen 1.lig takımlarının yol yorgunluğu nedeniyle sahada top koşturacak mecallerinin kalmamasının Zonguldak Spor&[#]8217;un ligde kalması için avantaj sağlaması gibi faydalarının olduğu da söylenebilirdi!

Karayollarında görev yaptığım o yıllarda, Zonguldak yöresindeki Gaca ve Üzülmez yokuşlarının, Dorukhan geçidinin olduğu Yeniçağ-Zonguldak arası gibi yollarda, bölgeye yabancı bazı ağır vasıta şoförlerinin, Boğazdan geçen yabancı gemilerin kılavuz kaptan almaları gibi; yöreden, yolu bilen sürücüler alanları, köy yoluna saptık sananları; keskin kapalı virajlarda arabalarından inip ileriyi gördükten sonra yola devam edenleri çok duymuşluğum ve görmüşlüğüm olmuştur.

Bölgedeki yolların bu durumda olduğu bir dönemde, Kastamonu&[#]8217;da Karayolları Bölge Müdürlüğü kurulmuştu. Bu ulaşım koşulları, bölgedeki ekonomik ve sosyal hayatın diğer alanları için de bir gösterge oluşturuyordu. Özellikle kırsal kesimler, gelişmişlik bakımından, belki de, doğunun da doğusu durumunda idi.

İl&[#]8217; de Karayolları Bölge Müdürlüğü&[#]8217; nün kurulması, kent merkezi ve il geneli için sadece yeni yol yapımı bakımından değil her alanda bir dönüm noktası, uygarlık vasıta ve imkânları ile tanışmanın başlangıcı olmuştu. Kısacası,Özellikle Kastamonu&[#]8217;nun Cumhuriyet dönemi sosyal ve ekonomik durumunun, &[#]8220;Karayolları öncesi ve sonrası&[#]8221; olarak değerlendirilmesi uygun olurdu.

Bölge Müdürlüğü&[#]8217;nün gelişmesine paralel olarak, bir, iki yıl zarfında il merkezinde, ilçelerde ve köylerde, kahveleri dolduran ne kadar yöreye has sekiz köşe kasketli, eli tespihli, bıyıklı, bıyıksız, okumuş, okumamış, çalışmak isteyen ne kadar insan varsa onların tamamı yeni bölge müdürlüğünde iş bulmuş, kahveler boşalmıştı. Evlerde çarşaf bağlayan, bez dokuyan, yazma boyayan kadınlar; yine evlerde oturan, çeyiz yapan, kısmet bekleyen ortaokul, lise mezunu çalışmak isteyen genç kızlar da iş-eş bulmuştu. (Bu arada bölgede işe, aşa kavuşan bu neslin çocuklarının günümüzde ulaştığı sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarda Karayolları Bölge, Müdürlüğü&[#]8217;nün rolünün Kastamonu Üniversitesi tarafından araştırılmasının isabetli olacağını düşünüyorum.)

Bölge Müdürlüğü&[#]8217;nün kurulması ile kentte kiralık ev bulmak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Ben de 1968 yılında, altında atların olduğu iki odalı çatı arası bir evi iş arkadaşlarımın yardımıyla, zorlukla bulabilmiştim. Ancak eşimin 18 yaşında gelin geldiği o evin dost canlısı ev sahibi ve o varlıklı olmayan mahallenin cana yakın insanları ile çok mutlu günlerimiz olmuştu. (Kastamonu Merkez, Honsalar Mahallesinde &[#]8220;Elekci Muhiddin&[#]8221; olarak bilinen Muhiddin Ağa&[#]8217;nın evi.)

Yine Bölge Müdürlüğü&[#]8217; nün kurulması ile, kente, çoğu bölge dışından çok sayıda mühendis, memur gelmişti. Nüfus Cüzdanımda,&[#]8221; İli Kastamonu&[#]8221; yazılmasına rağmen ben de Kastamonu&[#]8217;nun yabancısı sayılırdım.

Çoğu ilk kez bölgeye gelen bu mühendisler ve memurlar bölgenin hizmet eksikliğini ve fakirliğini görünce, görev yaptıkları bu üç ilin genelini (Kastamonu, Sinop ve Zonguldak&[#]8217;ı) plaka numaralarından esinlenerek &[#]8220;Üç Talihsiz Yedililer&[#]8221; olarak adlandırmışlardı. (Talihli olsalardı, herhalde bu gün de bu kadar göç vermezlerdi!)

Birçoğu evli olmayan ya da ev bulamayan genç mühendisler, kent merkezindeki eski ahşap Kastamonu evlerinde (konaklarında) ya da apartman katlarında oluşturulan misafirhanelerde kalıyorlardı. Bu genç mühendislerin projeden, işten başka uğraşacakları, konuşacakları bir mevzuları da yoktu. Başlarında aynı koşulları paylaşan deneyimli &[#]8220;ağabey&[#]8221; müdür ve baş mühendislerin olması da onlar için bir şans idi.

O yıllarda bölgede görev yapan bu kadronun 35&[#]8211;40 yıl sonra bile, zaman zaman Kastamonu&[#]8217; da, Ankara&[#]8217; da, İstanbul&[#]8217; da toplanmaları ve o günleri yad etmeleri, o günlerde oluşan dostlukların ve karayolculuk ruhunun bir göstergesi olsa gerek.

Burada o günleri yansıtma açısından birkaç anımı okurlarla paylaşmak istiyorum.

Kastamonu&[#]8217;ya gelişimin ilk günlerinden birinde, her birinin önünde üç, dört odun yüklü eşek ile pazara odun satmaya gelen köylüleri görünce, yanımdaki Kastamonu&[#]8217;nun yerlisi arkadaşıma &[#]8220;Ya bizim köyde her köylünün bir tane atı, eşeği olur; burada pazara gelenlerin çoğunun önünde üç beş eşeği var; bu nasıl oluyor?&[#]8221; sorumu, arkadaşım; &[#]8220;Bizim buralarda toprak kıt olduğu için toprak ağası olmaz. Eşek ağası olur. Her ağanın da üç beş eşeği olur!&[#]8221;espirisiyle yanıtlamıştı.

Bir başka anım da televizyon yayınlarının Kastamonu&[#]8217; ya ulaşmaması ile ilgilidir. 1970&[#]8217;li yılların başlarında ülkemizde büyük kentlerde başlayan siyah-beyaz televizyon yayınları, diğer birçok şehirde, kasabada hâkim tepelere kurulan yansıtıcılarla seyredilebilirken Kastamonu&[#]8217;da henüz bu imkân yaratılamamıştı. Bu durumu gören Bölge Müdürümüz Sn. Murat YENİGÜN, &[#]8220;Ya Kastamonu&[#]8217; da her şeyin yokluğunu yol yokluğuna bağlıyorsunuz. Televizyon dalgaları da mı karayoluyla geliyor?&[#]8221; diye sormuş ve her konuda olduğu gibi, bu konuda da, Karayollarının imkânlarıyla, Ilgaz Dağına konulan yansıtıcı ile bölgede televizyon yayınlarının seyredilmesi sağlanmıştı.

Bilindiği üzere, bir yerde yol yapımına başlanılmadan önce, diğer benzer işlerde olduğu gibi, yola giden şahıs arazilerinin, uzun zaman alan kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması, vatandaşa parasının bankaya yatması gerekir. Ancak o yıllar, bölge yeni kurulduğu için ve biran önce çalışmaları başlatabilmek amacıyla, birçok yeni şantiyede, kamulaştırmanın daha sonra yapılacağı vaadi ile, kamulaştırma yapılmadan, vatandaşların arazilerine girildiği çok olurdu. (Bu durumun günümüzde de devam ettiği söylenmektedir.) Böyle durumlarda, görmüş, geçirmiş bir doğu (Van, Özalp) beyefendisi olan Kamulaştırma Amirimiz, rahmetli Hulusi (Bingöl) Babanın ikna edemediği, rızasını alamadığı arazi sahibine pek rastlanmazdı. Ancak, çok defa vatandaşa verilen sözlerin zamanında gerçekleşmesi de mümkün olamazdı. Mümkün olamayınca da, bazen vatandaşlar tarafından, kazı işleri yapılmış, yapım halindeki yolların, nisan-mayıs aylarında, şantiyeler açıldığında, tellerle çevrildiği ve ekildiği durumlarla karşılaşıldığı da olurdu.

Bu arada meslek yaşantımın ilk günlerinde Proje Mühendisi olarak çalışırken, Kastamonu Bölge Müdürlüğünde yaşadığım bir anıma da burada yer vermek istiyorum.

1967 yılı Eylül ayında Bölge Müdürlüğü&[#]8217; nün Etüt-Proje Servisinde işe başlamıştım. İş yerimiz tarihi Nasrullah Camisi&[#]8217;nin yakınında, her katında üç dört yüksek tavanlı, yüksek kapılı odaları olan bir Kastamonu konağının ilk iki katında bulunuyordu. İşe başladığımın ilk günlerinden birinde, tek başıma çalışmakta olduğum odama, tahta döşemeleri gıcırdatarak, iri yarı, pala bıyıklı, esmer tenli bir şahıs girdi. Dışarıda, tenha bir yerde karşılaşılsa korkulacak görünümdeki bu kişi, konuşmadan, bir şey söylemeden karşımda dikildi. Kendisine çekinerek &[#]8220;bir şey mi istediniz?&[#]8221; diye sordum. Görüntüsü ile hiç uyuşmayan çok yumuşak bir ses tonuyla &[#]8220;Mendis Bey zile bastınız da&[#]8221; sözlerini duyunca, bir anda çok rahatlamıştım.

Sonrasında durum anlaşılmıştı. Masamın altında, ayakla basılan, ancak benim varlığını bilmediğim zil butonuna farkında olmadan basmışım. İçeriye giren ve henüz benim kim olduğunu bilmediğim kişi, odacımız &[#]8220;Pala Remzi&[#]8221; imiş. Toz, toz bezi, temizlik gibi şeylerle, Karayollarına girince tanıştığı anlaşılan &[#]8220;Pala Remzi&[#]8221;nin elinden çok da çay içmiştik! Yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin.

Talihsiz Yedililerin talihlerinin açık; memlekette, gurbette yaşayan insanlarının mutlu olmasını dilerim.

Not: Bu yazı, yazarın &[#]8220;Cılga Yollardan Otobana&[#]8230;&[#]8221; başlıklı kitabından alınmıştır.