1065 yıllarında Balkanlar&[#]8217;a dağılan Türk boyları arasında, aynı yıllarda Avrupa ve Balkanlar&[#]8217;da yaşanan soğuk kış ve bunun sonucu ortaya çıkan salgın hastalıklar büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Bu Türk boylarının bir kısmı Bizanslılar tarafından Anadolu&[#]8217;ya da taşınıp yerleştirilmişlerdir. Örneğin Peçenekler&[#]8217;in İstanbul boğazını atla geçtiklerine dair bilgiler de bulunmaktadır. &[#]8220;Peçenek denen kavim İstanbul boğazını gemiyle değil toplu olarak atla &[#]8211;evet atlarıyla birlikte- ve 15 bin atlı birlikte geçmiştir. (http://haberdesin.com /video/yasam/bogazi-atla-gecen-turkler). Prof. Dr. Umay Türkeş Günay tarafından yazılan Türklerin Tarihi Geçmişten Geleceğe adlı Akçağ yayınlarınca 2012&[#]8217;de basılan kitabın 110 ve 111. sayfalarında Türklerin ataları olan Hunlar ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:

&[#]8220;Hunların hayat tarzları bütünüyle İskit-Sakalarla aynıdır. Roma kaynakları Hunlardan çoğu kere İskitler diye bahseder, bu kaynaklarda Hun yaşamı şöyle anlatılır: Hun çocukları ana kucağından kurtulur kurtulmaz eğerlenmiş atlara bindirilirlerdi. Hunlar at sırtında yaşarlardı. At üstünde alışveriş yapmak, yemek-içmek, atın boynuna sarılarak uyumak, hatta def-i hacet yapmak, önemli görüşme ve müzakere yapmak ve karar almak gibi bütün faaliyetlerini at üstünde yürütürlerdi. Kışın kürk, yazın yün ve ipek, önden açılan baldırlara kadar uzun kaftan, genellikle keçi derisinden yapılmış deri pantolon, çarık veya çizme giymişlerdir&[#]8221; denilmektedir. Buradaki çarık ve çizme hâlen bölge insanları tarafından çok iyi bilinen eşyalar arasındadır. Yakın zamanlara kadar ayağa giyilen çarık, bölge halkı tarafından da kullanılırdı.

M.S. 567 yılında Köktürk devletinde İstemi Yabgu Bizans&[#]8217;a bir elçi heyeti gönderir. Aynı kitabın 126. sayfasında &[#]8220;Köktürk elçileri ellerinde İskitçe-Orhun yazısıyla Türkçe bir mektupla İstanbul&[#]8217;a ulaştıklarında Bizans yetkililerinden çok büyük itibar ve ilgi görmüşlerdir&[#]8221; diye yazmaktadır. Bu elçi heyeti deniz yoluyla geldiği için, Karadeniz yoluyla İstanbul Boğazı&[#]8217;ndan gelmiştir diye düşünülebilir.

Moğol İstilası sırasında Orta Asya&[#]8217;dan kalabalık bir Türkmen göçü Anadolu&[#]8217;ya gelmiştir. Ayrıca Azerbaycan ve Horosan&[#]8217;dan Moğol baskısıyla Anadolu&[#]8217;ya 60.000 hanelik bir grup Bayburt, Erzincan, Sinop ve Antep&[#]8217;e kadar olan bölgeye yerleşirler. Yine Selçuklu hükümdarları tarafından Batı Karadeniz&[#]8217;e iskân edilen Çepniler, Karadeniz&[#]8217;in doğusuna yayılarak Karadeniz kıyılarının Türkleşmesini sağlamışlardır. Moğol baskısıyla Kastamonu ve Çankırı&[#]8217;ya gelen Türkmenler, Doğu Roma sınırlarına girmiş, Rumlar&[#]8217;da Türkmenlerin önünden İzmit&[#]8217;e ve boğazın Anadolu yakasına yığılmıştır. Zamanla Türkmenlerle Rumlar anlaşmışlar ve Rum beldelerine yerleşmişlerdir. Bu göçlerle Türkmenler, Denizli, Köyceğiz, Kütahya, Uşak, Karacahisar, Kastamonu gibi yerleşim yerleriyle Batı Anadolu&[#]8217;yu Türk yurdu hâline getirmişlerdir (s203-204). Burada bizi ilgilendiren Kastamonu bölgesine yerleşen Türkmenlerdir. Bu Türkmenler Bitinya bölgesini de Türk ülkesi yapacaklardır.

1070 yılında Selçuklu akıncılarından Emir Afşin, İç Anadolu&[#]8217;daki pek çok şehir ve kaleyi fethederek İstanbul boğazının önlerine gelir ve sayısız ganimet elde ettikten sonra Ahlat&[#]8217;a geri döner. 1071 Malazgirt Savaşı&[#]8217;ndan sonra Sultan Alparslan Hemedan&[#]8217;a döner ve Türkmen beylerine Anadolu&[#]8217;nun fethini emreder. Bu emri alan Türkmen beyleri hemen işe koyulurlar. Türkmenler sınıfsız bir yapıya sahip olduklarından egemenlikleri altına aldıkları etnik gruplara etnik ve dini ayrımcılık yapmamışlardır. Orduya ve bürokrasiye en alt kademeden başlayan Türk veya yerleşik halktan bir kişi yetenekli ve çalışkan olduğu takdirde en üst düzeye kadar yükselebilir. Bu durum azınlıkların kolayca Türkleşmesini sağlamıştır.

Sultan Melikşah 1077 yılında bir fermanla Kutalmışoğlu Süleyman&[#]8217;ı Türkiye Selçuklu Sultanı ilan eder. Abbasi Halifesi&[#]8217;de fermanı onaylayarak Süleyman Şah&[#]8217;a hükümdarlık elbiseleriyle birlikte yollar. Süleyman Şah, 1078&[#]8217;de İznik&[#]8217;i alır, Üsküdar&[#]8217;a kadar ilerler ve boğazı kontrol altına alır. Bizansla yaptığı anlaşma gereğince bugünkü Maltepe&[#]8217;de Dragos tepesinin batısından İzmit Körfezi&[#]8217;ne dökülen Drakon suyu iki ülke arasında sınır kabul edilir. Melikşah&[#]8217;da babası Alparslan gibi Anadolu&[#]8217;nun fethine önem vermiş, ancak ömrü vefa etmemiştir. 1192 yılına gelindiğinde Anadolu&[#]8217;nun büyük bir bölümü Selçuklu egemenliğine girer. Büyük bir Türkmen göçü Anadolu&[#]8217;nun her tarafına yapılır. Buralarda yarı bağımsız, istediklerinde sultana bağlı, istediklerinde bağımsız feodal yapıdaki Türkmenler, Doğu Roma topraklarını istila ederek kendilerini yönetmekte serbest olarak yaşarlar. Böyle bir durumda Bitinya bölgesi de Türkmen göçünden nasibini alır.

Anadolu Selçuklu Devleti&[#]8217;nin sınır bölgelerine çok sayıda Türkmen yerleştirmesi Doğu Roma sınır bölgelerinde uç beyliklerinin oluşmasını sağlar. Batı uçları Türk sistemine göre sağ ve sol kol olarak ikiye ayrılır. Merkezi Kastamonu olan sağ kolun başında Oğuzların Kayı boyundan Hüsamettin Çoban, merkezi Ankara&[#]8217;da olan sol kolun başında ise Seyfettin Kızıl görevlendirilir. Hüsamettin Çoban&[#]8217;ın Kayı boyundan oluşu Osmanoğulları beyliği içinde biçilmiş kaftandır. Hüsamettin Çoban&[#]8217;ın Alaattin Keykubat&[#]8217;la arası çok iyidir. Hatta Kırım&[#]8217;ı fetheder, Kıpçak Hanı&[#]8217;nı yenilgiye uğratır. Hüsamettin Çoban&[#]8217;dan sonra yerine oğlu Alpyürek, ondan sonra da diğer oğlu Muzafferüddin Yavlak Arslan geçer. Yavlak Arslan Kılıç Arslan ile birlikte Moğollara karşı savaşırken şehit düşer. Ancak Moğol hükümdarı Selçuklu komutanlarından Şemsettin Yaman Candar&[#]8217;a Eflani bölgesini verir. Kastamonu bölgesinde Çobanoğulları 1309 yılına kadar egemenliklerini sürdürürler ve yerlerini Candaroğullarına bırakırlar. Eflani bölgesinin ikta olarak 1292 yılında Şemsettin Yaman Candar&[#]8217;a verilmesiyle Candaroğullarıyla Çobanoğulları arasında bazı çekişmeler Fatih dönemine kadar devam eder.

Bazı araştırmacılar tarafından Türkmenlerin başkenti olarak tanımlanan Kastamonu, 13. yüzyılın başlarında batı uçlarının sağ kol beylerbeyliğinin merkezidir. Kitabın 335. sayfasında Kayı, Karaevli, Dodurga, Avşar, Beydili, Bayındır, Çavuldur, Çepni, Salur, Eymür, Yüregir, İğdir, Büğdüz ve Kınık boylarına mensup 100.000 çadırlık bir Türkmen kitlesi Candaroğulları beyliğinin nüfusunu oluşturmuştur. Candaroğulları beyliği İsmail Bey döneminde Sinop&[#]8217;ta 900 ton yük taşıyacak gemiler yaparak Osmanlıların deniz egemenliği kurmasında önemli rol oynamışlardır.

Anadolu Selçukluları zamanında uçlarda toplanan Türk nüfuz beylikler döneminde başta sahiller ve büyük şehirler olmak üzere Anadolu&[#]8217;nun her tarafına dağılır. Anadolu&[#]8217;da Türk nüfusu ve kültürü egemen duruma gelir. Beylikler döneminde Kütahya, Bursa, Kastamonu, Antalya, Manisa, Karaman, Eğirdir, Birgi, Beyşehir gibi merkezler Anadolu Selçuklu şehirleriyle eş değer hâle getirilir. Anadolu&[#]8217;da ucuzluk ve bolluk yaratılarak halkın refahı sağlanır.

Selçukoğullarıyla başlayan batıya göç, büyüklü küçüklü Türk beylerinin ve kalabalık Türk boylarının yeni coğrafyalarda hep birlikte oluşturdukları kültür birikimi ve dünya görüşü yeni bir Türk bileşimine doğru Osmanlı İmparatorluğu olarak yol almıştır. Orta Anadolu&[#]8217;dan batıdaki uçlara geçen siyasi güç Osmanlı Devleti&[#]8217;nin 1290&[#]8217;larda biçimlenmesine neden olmuştur. 1279 yılında Anadolu&[#]8217;dan geçen Marko Polo Anadolu&[#]8217;yu &[#]8220;Türkmenia&[#]8221; olarak adlandırır. Anadolu&[#]8217;da köy kuran Türkmenler kurdukları köylere kendi boy adlarını da verirler. Örneğin Çepni, Bayat, Saltuklu, Kayı vb. Anadolu&[#]8217;da Türk birliğini sağlama girişimleri Orhan Bey zamanında başlamakla beraber, bu süreç Fatih dönemine kadar devam eder.

Anadolu&[#]8217;nun ortasında yığılan Türkmenler kuzey batı ve güney batı yönünde toplanarak değişik adlarla anılan beyliklerin kurulmasında da rol oynamışlardır. Örneğin 13. Yüzyıl ortalarında Moğollardan kaçan Türkmenler Denizli, Kütahya, Afyon ve Eskişehir civarına 200.000, Kastamonu civarına 100.000, Ankara civarına 30.000 çadırla yerleşirler. Günümüz rakamlarıyla bu 2-2,5 milyonluk bir nüfustur. Anadolu Selçuklu Dönemi&[#]8217;nde Anadolu&[#]8217;daki tüm nüfusun 4 milyon olduğu düşünülürse Anadolu&[#]8217;nun yarısından çoğunun Türkmenlerle dolu olduğu görülebilir.

Bitinya bölgesinde Türklerin yoğunluğunun dışında başka etnik gruplara üstünlük tanımaya kalkmak bilimsel bulgularla pek bağdaşacak türden değildir. Zonguldak bölgesi de o dönemde Kastamonu&[#]8217;ya bağlıdır. Hatta Mehmet Çelebi askerlerini Timur&[#]8217;dan gizlemek için Bolu-Kastamonu ormanlarına yığmıştır. Şayet bölge halkı Türk olmasa bu askerleri doğrudan doğruya Timur&[#]8217;a ihbar ederek ortadan kaldırabilirlerdi. Bunu yapmadıklarına göre bölge insanının çoğunluğunun Türk ve İslam asıllı olduğu anlaşılabilir.

Dr. Halime Doğru&[#]8217;nun Osmanlı İmparatorluğunda Yaya-Müsellem-Taci Teşkilatı (XV. Ve XVI. Yüzyılda Sultanönü Sancağı) adlı Eren Yayınlarından İsstanbul&[#]8217;da 1990&[#]8217;da basılmış kitabının XVIII. sayfasında şöyle yazmaktadır: XIII. Yüzyılda Moğolların baskısıyla batıya göç eden Türkmenler yoğun şekilde uçlara yerleşti. Sultanhöyüğü-Kütahya arasında uzanan dağlarda (Bugün Türkmen dağları) üç yüz bin çadır halk yığıldı. Göçebe olanlar şehy ve dervişlerin rehberliğinde kırsal kesimde kurulan zaviyelerin yakın çevresinde toplanarak kısa bir süre sonra yerleşik hayata geçtiler. Şehirlerden gelen göçmenler ise Eskişehir&[#]8217;de ve çevredeki kasabalarda yerleşmeyi tercih etti. Bu bilgiler Osman Turan&[#]8217;ın Selçuklular Zamanında Türkiye adlı kitabının 507. sayfasından alınmıştır. Buna göre 300.000 çadır nüfusu çadır başına beş kişi hesap edilirse 1,5 milyon kişi eder. Bölgedeki Türk yoğunluğunu bu bilgiler doğrulamaktadır.

Aynı kitabın 5. sayfasında &[#]8220;Fetihler arttıkça toprağa yerleşen Türkmenlerin sayısı artmış, buna bağlı olarak tımarlı sipahi sayısı da çoğalmıştı. Osman Bey&[#]8217;in şahsına bağlı olan nökerler Osman Bey zamanında olduğu gibi ulufe alıyorlardı. Gönüllü köylü gençler ise çağrıldıkları zaman geliyor, savaş süresince ulufelerini alıyorlardı. Orhan Bey zamanında ilk yapılan iş, yaya ve müsellemlerin gönüllü olmaktan çıkarılması oldu. Savaş olduğu zaman göreve çağrılacak gençlere bazı avantajlar sağlanarak sürekli askerlik hizmetinde sayıldılar&[#]8221; denmektedir. &[#]8220;Alaattin Paşa&[#]8217;nın önerilerine göre kurulan hassa ordusunu gönüllü yaya ve atlı askerler olarak Çandarlı Kara Hayrettin Paşa yapmıştır. O sırada Bursa kadısı olan Çandarlı Kara Hayrettin Paşa, Şeyh Edebali&[#]8217;nin yakın akrabasıydı&[#]8221;. Bitinya bölgesindeki Türk köylü delikanlılarının da çeşitli mesleklerde ihtisaslaşarak Osmanlı ordusunun her türlü ihtiyacını karşılayacak bir sınıf olacakları da düşünülebilir. Karadeniz Ereğli&[#]8217;deki Orhan Camii&[#]8217;de bu dönemde yapılmış olsa gerektir.

Doksan Üç Harbi denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı&[#]8217;ndan sonra bölgede kurulan köyler hakkında araştırmalar yapılması, Ukrayna-Moldavya-Romanya-Bulgaristan ve Batı Trakya&[#]8217;dan bölgeye gelip yerleşenlerin kurdukları köylerin de belirlenmesi tarihe farklı bir bakış açısı getirecektir.