Tereyağı, sütten elde edilen taze yağa denir. Zonguldak bölgesinde köylerde tereyağı, yayıkla değil, kiraz ağacından yapılmış fıçılarda yoğurdun pulungu denilen tokmakla dövülmesiyle elde edilir. Bölgede tereyağına ayran yağı denir. Tereyağının bölgede bilinmesi, Yunan kültüründen farklı bir kültür olduğumuzu gösterir. Çünkü Yunanca&[#]8217;da tereyağına butyron denir. Egon Frıedell&[#]8217;in Antik Yunan&[#]8217;ın Kültür Tarihi adlı Ankara 2004&[#]8217;de Dost Yayınevi&[#]8217;nde basılmış kitabın 34. sayfasında şöyle yazmaktadır: Butyron, muhtemelen İskit kökenli bir sözcüktür. Çünkü kuzeydeki barbarlar, tereyağını çok tüketirdi. Traklara takılan isim de zaten Butyrophagoi (tereyağı yiyenler) idi. İskitler, at yağına da düşkündü.

Traklarla İskitlerin aynı halk olabileceği yukarıdaki ifadelerden çıkarılabilir. Ancak bu iki kavim, birbirinden faklı kavimlerdir. Yazarın yanıldığı söylenebilir. Ancak bizim için tereyağı sözcüğü, önem taşımaktadır. Yunanlıların tereyağından tiksindikleri, yemeklerinde kullanmadıkları açıktır. Hatta tereyağı yiyenleri, dışlamaktadırlar. Traklara tereyağı yiyenler demeleri ve dışlamaları bunu açıkça göstermektedir. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, Traklar Türk soylu kavimlerdir.

Budayev&[#]8217;in Kim Bu Çerkesler adlı Selenge yayınlarından 2009&[#]8217;da çıkmış kitabının 24. sayfasında Yunanlıların yağı, sadece araba tekerlerinin dingilini yağlamak için kullandıkları belirtilmektedir. Ancak 27. sayfada &[#]8220;Et ve süt ürünlerinin geniş ölçüde kullanıldığı yerlerde çocuk ölümleri hızlı bir şekilde azalıyor ve nüfuz artışı başlıyordu&[#]8221; ifadesi yer almaktadır. Buradan da süt ürünlerinin kullanılmasıyla çocuk ölümlerinin azalması arasındaki ilişkiyi insanoğlunun çok erken dönemlerden itibaren bildiği anlaşılmaktadır.

Grakov&[#]8217;un İskitler adlı Selenge yayınlarından İstanbul 2008&[#]8217;de çıkmış kitabının 97. ve 98. sayfalarında şu bilgiler dikkat çekmektedir: İskitler süt ürünlerinden de faydalanıyorlardı. Özellikle kımız ve kaşar ( &[#]8211;hippaki- Yunanca&[#]8217;da at anlamına gelen hippos kelimesinden ) hazırlandığı, Herodot, Strabon, Aristoteles ve diğer yazarların doğrudan bilgilerden anlaşılmaktadır. Eski İskit manzum şiirlerinde &[#]8220;Kısrak sağanlar ve süt içenler&[#]8221; ibarelerinin geçmesi boşuna değildir, cümlesi yer almaktadır. Buradan da İskit kültüründe süt ürünlerinin kullanıldığı görülmektedir.

http://dogalyasamrehberi.com/tereyaginin-tarihi/ adlı sitede de &[#]8220;Avrupa&[#]8217;nın güneyindeki halklar tereyağı tadını pek benimsemez, Yunanlılar göçebe İskitler&[#]8217;i tereyağı düşkünü oldukları için aşağılardı&[#]8221; cümlesinde İskitlerin ve Avrupalıların tereyağına yaklaşımları yansımaktadır. &[#]8220;Tereyağı üretimine ilişkin en eski kanıtlar Sümer kalıntılarında bulunuyor. Bağdat Müzesi&[#]8217;nde sergilenen ve M.Ö. 3500-3100 yılları arasında Sümerlilerce yapıldığı sanılan bir taş kabartmada sağılan inekler, kaplarda toplanan sütler ve yayıklar resmediliyordu. Bu kabartma Sümerlilerin süt ürünlerini bildiklerini ve tereyağı ürettiklerini kanıtlıyor&[#]8221; ifadeleri, tereyağı üretiminin bir Türk kavmi olan Sümerler tarafından da bilindiğini kanıtlamaktadır.

Yine adı geçen sitede yer alan &[#]8220;M.S. 8. yüzyılda tereyağı gemi yolculuklarının azığı olarak tercih ediliyordu. M.S. 10. yüzyıla gelindiğinde süt ekonomisi gelişmiş, tereyağı halk arasında tanınmaya başlamıştı. 12.-13. yüzyıllarda tereyağı yavaş yavaş ticari bir ürün haline gelmeye başlamıştı. Tüccarlar tuzlanan tereyağının bozulmadan daha uzun süre taşındığını fark etmişlerdi, bu keşif tereyağının yayılmasını da kolaylaştırdı. Bu sayede tüm Avrupa soslara, un ürünlerine ve tereyağlı pastalara kavuştu. Fakat tereyağı Avrupa&[#]8217;da uzun süre kuzey bölgelerine has bir ürün olarak kalmaya devam etti. Kuzey ülkelerinde yaşamak zorunda kalan ya da oralardan geçen Akdenizliler cüzzama yol açtığına inandıkları tereyağından kaçınıyorlardı.&[#]8221; ifadelerinden de tereyağının M.S. 10. yüzyıldan itibaren Avrupalılar tarafından bilinmeye başlandığı anlaşılmaktadır.

Bitinya ve Paflagonya (Kastamonu, Bolu, Ankara havalisi) bölgeleri ormanlık alanlardır. Bu alanlarda koyun ve keçi sürüsü beslemek zordur. Çiftçiler manda, öküz, inek, koyun ve keçi beslerler. Ancak koyun ve keçinin sayısı çok azdır. At sütü bölgede bilinmez. İnek, manda, koyun ve keçi sütleri kaynatılıp biraz (serçe parmağının dayanabileceği kadar) soğuyunca içine yoğurt mayası katılıp kabın kapağı kapatılıp etrafı sarılarak bekletilir. Ertesi sabah yoğurt kabı alınarak fıçıdan aşağıya dökülür. Yoğurt kabının içinde kalan parçalar azıcık su katılarak tekrar fıçıya konur. Pulungu ile yoğurt çalkalanır. Ayran ve yağ birbirinden ayrışmaya başlar. Ayrışma bittikten sonra fıçının içindeki yoğurt geniş bir kaba dökülür. Ayranın üzerindeki yağlar kaşık vasıtasıyla toplanır ve başka bir kapta biriktirilir. Yağı alınmış ayran tüketilmek üzere ayrılır. Toplanan ayran yağı yemeklere, pastalara- böreklere, çöreklere katıldığı kadar ekmek üzerine de sürülerek yenebilir. Bölgede tereyağı yapmak için yayık kullanılmaz. Fıçılar ve pulungular kullanılır.

Tereyağı yapımı bölgenin bir Türk bölgesi olduğunu da göstermektedir. Türkler tereyağından hoşlanırlar. Hatta işlerini &[#]8220;tereyağından kıl çeker gibi&[#]8221; yapmaktan bile bahsederler. Çocuklar oyunlarında, &[#]8220;Yağ satmak ve bal satmaktan&[#]8221; söz ederler. Elma ve armudun yumuşaklığını ifade etmek için &[#]8220;tereyağı&[#]8221; gibi tabirini de kullanırlar. Aşırı kilolu birini gördüklerinde &[#]8220;yağ fıçısı&[#]8221; tabiriyle de nitelendirirler. Öyle ki, tereyağı ve yağ kavramları, günlük hayatımıza da derinden nüfuz etmiştir. Sonuç olarak; Zonguldak bölgesinde tereyağı yapımının asırlar öncesinden bilindiği ve bölge insanının farklı tekniklerle tereyağı yani ayran yağı ürettikleri görülmektedir.