Hüsrev Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa&8217;nın amansız düşmanlarındandır. 1811 yılında Bolu Sancağı&8217;na mutasarrıf olarak tayin edilmiştir. Hüsrev Paşa ile ilgili M. Zekâî Konrapa&8217;nın 1964 yılında Bolu Vilayet Matbaası&8217;nda basılmış &8220;Bolu Tarihi&8221; adlı kitabının 354 ve 355. sayfalarında şu ifadeler yer almaktadır:


&8220;Paşa, geniş bir selahiyetle geliyordu. Daha kendisi Bolu&8217;ya gelmeden şöhreti ve şiddeti etrafa yayılmıştı. O vakte kadar vahşetler içinde kıvranan, zavallı Bolu (Zonguldak bölgesi de dâhil), şimdi de acı bir bekleme devri yaşıyordu. Uhdesine Kocaeli Sancağı&8217;da verilen Hüsrev Paşa, tarihteki eski vezirleri taklit ediyor, kemal-i vakarla ağır ağır ilerliyor, her yerde birkaç gün konaklıyor, ara sıra bazı konaklardan gönderdiği şiddetli emirleriyle kalabalık maiyeti için misafirhaneler hazırlanmasını azametli bir ifade ile Bolu&8217;ya bildiriyordu. Fevkalâde bir tantana ile Hüsrev Paşa, Mudurnu tarafından Bolu&8217;ya girdi. Kendisini karşılayan Bolu eşrafına süslü süvarisiyle, muhteşem bir alay gösterdi. Paşa&8217;dan sonra her gün arka arkaya adamları, eşyası, her tarafa korku saçan topları geliyor, halk arasında &8220;Paşa döküntüsü&8221; adıyla söylentilere vesile oluyordu&8221;.


Hüsrev Paşa&8217;nın ne kadar otokratik bir yönetici olduğu yukarıdaki ifadelerden de anlaşılabilir. Günümüzde bir valinin atandığı ile gitmesi pek önem arz etmemekte iken, Hüsrev Paşa daha gelmeden adamları halka zulmetmeye başlayarak halk nezdinde ister istemez Paşa&8217;nın önemli bir mesele gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Günümüzde hâlen Hüsrev Paşa zihniyetinde yöneticiler olabilir. Ancak adı geçen kitapta yazarın &8220;vahşetler içinde kıvranan zavallı Bolu&8221; ibaresi çok dikkat çekicidir. Yazar Bolu&8217;da adaletsizliklerin, haksızlıkların diz boyu olduğuna vurgu yapmaktadır.


Hüsrev Paşa döneminde Bolu Sancağı on dokuz mıntıkaya ayrılmıştır. Bu mıntıkalar şunlardır: Bolu, Mudurnu, Dodurga, Pavlı, Kıbrıs, Dörtdivan, Gerede, Çağa, Mengen, Olak (Viranşehir ile Gerede arasındaki köyler), Dirgene, Devrek, Yılanca (Devrek&8217;te), Gölpazarı, Hisarönü (Zonguldak&8217;ta), Samako (Alaplı), Akçaşehir (Akçakoca), Üskübi, Konrapa (Düzce-bugünkü Konuralp) kazaları. Bu ifadelerden o dönemde Zonguldak olarak Hisarönü&8217;nün varlığı, Alaplı&8217;nın eski adının Samako olduğu, Devrek&8217;te ise Yılanca adlı bir mıntıka bulunduğu da anlaşılmaktadır.


Bir vadinin iki tarafında kurulan veya bir ova içinde bulunan 40-50 parça köyler, bir kaza sayılırdı. Her kazanın başında bir Âyan bulunurdu. Ancak bugünkü kaymakamların yerlerini işgal etmiş bulunan bu Âyanların selahiyetleri çok genişti. Kazanın bütün işleri bunların elindeydi. Hükümet ile ahali arasında vasıta olmak suretiyle türemiş olan Âyanlar, evvelce memleketin ileri gelenlerinden olurdu. Halkın teveccühünü kazananlar, nüfus sahibi olurdu. Sonraları hükümetin teşkilatı bozulmaya başlayınca, resmi işlerde rezillerin eline geçmeye başladı. Herkesin nefret ettiği adi bir adam ortaya çıkar, ötede beride yaptığı cinayetlerle şöhret kazanır, tanınmış bir adam oluverirdi. Zavallı halk, bu katilin yüksek mevkiini tanımak zorunda kalırdı. &8220;Belât-ı Miriyye&8221;yi toplamaktan başka bir şeyi düşünemeyen hükümet ise, &8220;Reayanın rencide edilmemesi &8220; hakkında kuru nasihatten başka bir şey yapamaz, mütegallibenin (derebeyi, zorba), durumunu tasdik etmek zorunda kalırdı.


Osmanlı İmparatorluğu&8217;nda 19. yüzyıl başlarında devlet otoritesinin nasıl sarsıldığı, devlet örgütünün nasıl çökertildiği ve derebey ve zorbaların nasıl yönetime el koyduğu yukarıdaki ifadelerde gizlidir. Yöneticilerin yetkilerini kendi çıkarları için nasıl kullandığı, katillerin nasıl yönetici olabileceği de çok acıklı bir şekilde de görülebilir. Aynı kitapta bu derebeylerin gelirlerinin neler olduğu da yazılıdır. Örneğin &8220;Sancak merkezleri kazalardaki Âyanlıkları müzayede ile satışa çıkarırlar; fazla verene &8216;Ayanlık buyuruldusu&8217; verilirdi. Rüşvetle Âyanlığı elde etmiş olanlar, kazalarda fazla mal toplayabilmek için korkunç zulümlerden çekinmezlerdi. Evleri basmak, eşya yağma etmek, kadınları ve kızları zorla nikâh etmek, arazi satmak gibi usullerle zengin olurlardı. Yine bunlar çeşitli isimlerle tahsilât yaparlardı. Geçen bir sürüden &8216;toprakbastı&8217;, bir bayırda gecelerse &8216;derbent parası&8217;, ertesi sabah gideceği zaman &8216;geçit akçesi&8217; gibi paralar alırlardı. Kazaların hisselerine düşen tevzi pusulası Âyana verilir, pusulada yazılı bu miktara Âyan da iki misli zam yaparak tahsilâta başlardı. Korkunç bir tazyikle toplanan bu paranın bir kısmı saklanır, bakaya olarak gösterilirdi. Âyanlar devleti tanımazlar, gaile çıkarırlar (Ali Molla, Sarhoş Osman vb), üzerlerine asker sevk olunarak devleti aylarca uğraştırırlardı. Bir kısmı da memurların vazife yapmalarına mani olurlardı. Bu devir Anadolu için bir sefalet devriydi. Bu yüzden harap olan, adı sanı kalmayan köyler pek çoktu. Sadece Bolu Sancağı içinde yüzden fazla köy, bu feci akıbete uğramışlardı.


Hüsrev Paşa, Bolu&8217;nun Âyanlar elinde soyulduğu bir dönemde Bolu Mutasarrıfı olarak atanınca, Âyanların gözünü korkutmak için yukarıda ifade edilen davranışları göstermiştir. Halkın gözünü korkuttuğu gibi Ayanların da gözünü korkutmak istemiştir. Lakin halk, ona &8220;Paşa döküntüsü&8221; lakabını da takmıştır. Bu Hüsrev Paşa, zorba ve derebeyi olan Ereğli&8217;deki Ali Molla&8217;yı Ereğli&8217;den kaçıran kişidir. Bütün bu olaylarda soyguncu, katil ve eşkıyalar arası bir mücadelenin bölgede sürüp gittiğini görmek ibret verici bir olaydır.