Bitinya bölgesi Anadolu Selçuklu sultanları tarafından Ertuğrul Gazi&8217;ye tımar olarak verilmiştir. Ertuğrul Gazi Kayı boyunun başında bulunan ve Moğol istilasından kaçan bir komutandır. Bitinya bölgesi çok değerli bir bölgedir. Hristiyan Doğu Roma ile bitişiktir. Anadolu&8217;da ne kadar serüvenci ve din savaşçısı varsa, XIII. yüzyılda Bitinya bölgesine yerleşen Kayıların yanında yer almışlardır. &8220;Kayılar, öbür uç beylerinden farklı olarak Selçuklu taht kavgalarına karışmaktan uzak duruyor; tüm çabalarını Bizans&8217;la (Doğu Roma) savaşmak için harcıyor ve bu sırada şansları da yaver gidiyordu. Bizans sınırlarında yerleşik bulunan uç beyleri İslamiyet&8217;in Hristiyanlık&8217;la savaşında ön cepheleri oluşturmuşlar ve bu anlamda çok özel bir yapıya sahip olmuşlardır: Cihat ilkesine bağlı olarak katılanları Gazi; yani galipler olarak adlandırıyorlardı&8221;[1]. Gaziler, bugün Alperen, Derviş dediğimiz kişilerdir. Osman Gazi, 1317&8217;den itibaren Orta Asya&8217;nın on, yüz ve bin kişilik birimler biçiminde düzenleme temeline dayanan, eski sistemini muhafaza eden ama istekleri sınırsız, disiplinsiz askerlerden oluşan orduların komutasını oğlu Orhan&8217;a bıraktı. Bursa ve İznik&8217;i ele geçirme görevini yerine getirdi. Orhan 1326&8217;da Bursa&8217;ya girmiş ve burasını başkent yapmıştır. Aşağıdaki haritada, 14. yüzyılda Osman Gazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigâr ve Yıldırım Bayezid dönemlerine ait toprakların Türk beylikleri arasında nasıl dağıldığı görülmektedir.




Haritada görüldüğü gibi Türkler Anadolu&8217;da yağma ve talan için değil, yerleşmek için çaba göstermişler ve Hristiyan halkla iyi geçinmeyi yeğlemişlerdir. Onların dinî, dili ve örf-adet ve geleneklerine müdahale etmemişlerdir. Osmanlıların doğusunda İsfendiyaroğulları ve Candaroğulları&8217;da Kayı boyundandır. Dolayısıyla Osmanlılar Bitinya bölgesini fethetmek zorunda kalmamışlardır. Bu bölgeler zaten Anadolu Selçuklu sultanları tarafından kendilerine ikta ve tımar olarak verilmiş bölgedir. Kastamonu bölgesi de Bizanslılara karşı mücadele etmesi koşuluyla Kayı boyuna mensup olan Emir Hüsamettin Çoban Bey&8217;e ikta olarak verilmiştir. Kastamonu ve Bitinya bölgesi böylece Kayı boyunun mülkü içine girmiş olmaktadır. Aynı zamanda bölgeyi fetheden Emir Karatekin&8217;de Emir Hüsamettin Çoban Bey&8217;in akrabasıdır (Yurt Ansiklopedisi)[2]. Zonguldak bölgesi haritada görüldüğü gibi Hüdavendigâr eyaleti sınırları içinde yer almaktadır. Hüdavendigâr eyaleti bugünkü Bolu, Eskişehir, Bilecik, Bursa, Adapazarı, Düzce, Zonguldak vb. bölgelerini kapsamaktadır.

Meydan Larousse&8217;da özetle şöyle anlatılmaktadır: Süleyman Şah tarafından 1078&8217;de kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, taht kavgalarına karışarak Üsküdar&8217;a kadar ilerlemiş, orada karargâh bile kurmuştur. Türk birlikleri, Boğaziçi&8217;nin Anadolu kıyılarını ele geçirerek, Boğaz&8217;dan geçen gemilerden vergi almaya başlamışlardır. Süleyman Şah&8217;ın kurduğu devletin başında ölümünden sonra Ebû Kasım, Marmara Denizi kıyılarına da akınlar yapmıştır. 1092 yılında kardeşi Eb&535;l Gazi yönetimi eline alır, ölümünden sonra I. Kılıçarslan İznik&8217;te tahta geçer. Danişmentliler, Mengücükoğulları, Ahlatşahlar, Çakabey ve benzerleri beyliklerini ilân eder. I. Kılıçarslan, Çakabey&8217;i ortadan kaldırır, çapulcu haçlılarla savaşır, 1102&8217;de Malatya&8217;yı Danişmentlilerden geri alır, I. Kılıçarslan&8217;ın oğlu Şehinşah, Kardeşi Mesut ile giriştiği mücadeleler sonucunda 1116&8217;da Konya&8217;da tahta çıkar. 1143&8217;de Ankara, Çankırı ve Kastamonu&8217;yu geri alarak Anadolu&8217;yu yeniden birleştirir. Sultan Mesut&8217;un Bizans imparatorunu ve haçlıları yenmesi Anadolu Selçuklu Devletini güçlendirir. Sultan Mesut&8217;un ölümü üzerine II. Kılıçarslan sultan olur (1156-1192). 1159&8217;da Eskişehir yakınlarında Bizans kuvvetlerini yener. Anadolu&8217;da birliği sağlar, 1163&8217;de Danişmentli Yağıbasan&8217;ı yener. Ankara ve Çankırı&8217;yı tekrar ülkesine katar. 1176&8217;daki Miryakefalon Savaşı&8217;ndan sonra Bizans&8217;ın Anadolu üzerindeki ümitleri ortadan kalkar ve artık Türklere karşı herhangi bir saldırı da bulunamazlar. Sultan Kılıçarslan 1185&8217;de ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırır. Ancak bu durum karışıklıklara yol açar.


I. Gıyasettin Keyhüsrev&8217;in oğlu İzzettin Keykavus (1211-1219 Karadeniz ticaretini güven altına almak için Sinop&8217;a yürür, 1214&8217;de burayı ele geçirir. İzzettin Keykavus&8217;tan sonra 1220-1231 yılları arasında Alâeddin Keykubat tahta geçer ve 1226&8217;da Sinop&8217;ta yapılan donanmayı Kastamonu Bey&8217;i Emir Hüsamettin Çoban kumandasında Kırım&8217;da Soğdak&8217;a karşı sefere gönderir. Çoban Bay, Soğdak&8217;ı ele geçirir ve çevrede bulunan birçok Rus ve Kıpçak beyini Selçuklulara bağlar. 1230&8217;da Erzincan yakınlarındaki Yassıçemen&8217;de Celalettin Harzemşah&8217;ın ordusunu yenilgiye uğratır ve Moğol tehlikesine karşı önlemler alır. Celalettin Harzemşah&8217;ın ölümünden sonra Selçuklu hizmetine giren Harezmli askeri birlikleri sınır kalelerine yerleştirir. Ancak onun ölümü ve Moğol tehlikesinin artması yerine yeteneksiz olan II. Gıyasettin Keyhüsrev&8217;in geçmesi devleti zayıflatır. Türkmenler Baba İshak adlı bir şeyhin önderliğinde isyan ederler. İsyan 1241&8217;de zorlukla bastırılır. 1243&8217;de Kösedağ&8217;da Selçuklu ordusuyla karşılaşan Moğol kumandanı Baycu Noyan, Selçukluları yener. Bu yenilgi çöküşü hızlandırır ve beylikler ortaya çıkar. Bu dönemde 1277&8217;ye kadar Muinüddin Süleyman Pervane iktidarda kalır ve haritada görüldüğü gibi beylikler dönemi başlar. Sinop, Kastamonu, Bolu ve Zonguldak bölgesinde yoğun bir Türk yerleşmesi ortaya çıkar.


Günümüzde Zonguldak bölgesindeki inançlar bölge halkının kimliği olarak kendini gösterir. Çünkü inançlar milletlerin toplumsal kimlikleridir. Ağaçlara baharda nasıl su yürür, damarlara nasıl kan yürürse; bu bölgedeki inançlar da hâlen Türk yürüyüşünün devamıdırlar ve Türk yaşam tarzının kimlik belgelerinin göstergeleridirler. İnançların simgesel kavramlar ortamını bilmeyenler, onları farklı yorumlayarak başka kaynaklar arama tutkusuyla hareket etmektedirler. Bölgeyi komşu bölgelerde görüp göstermeye alışmış kişilerin belleği bu bölgeyi doğru dürüst gösteremez. Aşağıdaki haritaya baktığımızda, 1530 yılında Zonguldak&8217;ın yerinde hiçbir yerleşimin olmadığı görülebilir. Aynı zamanda Çaycuma, Armutlucuma, Ormanlı, Alaplı, Perşembe, Saltukova, Dirgine vb. yerleşim yerlerinin de olmadığı anlaşılmaktadır.


Günümüzde Gülüç ırmağı denilen ırmağın eski adı Aydınlar çayıdır. Ereğli&8217;den Filyos&8217;a kadar olan bölgede sadece Ilı-su ve Uzungüney yerleşim birimleri vardır. Ilıksu sözcüğü yakın zamanlarda &8220;k&8221; sesi eklenerek kullanılmaya başlanmıştır. Eskiler &8220;ılısu, ulusu&8221; olarak isimlendirmekteydiler. Beycuma&8217;ya bağlı Taşağıl yerleşimi de düşündürücüdür. Çünkü Babaeski-Kırklareli yolunda da Taşağıl diye bir yerleşim birimi vardır.


Devrek ilçesine gelince; Devrek çayı kenarında kurulmuş bir şehirdir. Mesudî&8217;nin Mur&535;c Ez Zeheb Altın Bozkırlar adlı kitabının 273. sayfasında şöyle bir paragraf vardır[3]: Basra&8217;dan Fars topraklarına gitmek isteyen kişi Devrak şehriyle Basiyan ve Fendem arasında Han-ı Merdeveyh denilen bir yere uğrar. Burada bu yılanlara fitriyye denir. İki başı vardır. Kum içinde veya toprağın altında bulunur. Herhangi bir insan veya hayvanın varlığını hissedince bulunduğu yerden üzerine pek çok salgı püskürtür. Sonra kafasının biriyle hayvanın herhangi bir yerine vurur ve hayvan orada anında ölür. Bu yılan bakışlarını insanın herhangi bir organına odaklar, yel hızıyla o noktaya birçok salgı atar ve organ hemen uyuştuğu için zehir bırakıldığını hissetmez. İnsanlar da o kişinin aniden eceliyle öldüğünü zannederler. Bu paragrafta geçen Devrak sözcüğü ile Devrek sözcüğü arasındaki ilişki kolayca anlaşılır. Kum içinde ve toprağın altında, ırmak kenarında, otların arasında yaşayan bu yılan cinsiyle ilgili bölgede pek çok yılan öyküsü ve efsanesi bulunmaktadır. Türklerin Haçlı Savaşları sırasında Moğolistan&8217;daki Gobi ve Taklamakan çöllerinden Çukurova bölgesine zehirli yılan getirdikleri düşünüldüğünde Hicaz, Mısır ve Şam taraflarından da yılan getirecekleri düşünülebilir. Devrek adının bu doğal yaşamdan ve ulusal bellekten kaynaklandığı ileri sürülebilir.


XIV. asırdan sonra Osmanlılar Mısır&8217;daki Meml&535;klerle rekabete girince Cenevizlilerle ticari alanda anlaşmışlar ve denizlerde ortaklaşa hareket etmişlerdir. Buna karşılık Meml&535;kler de Venediklilerle anlaşma yapmayı uygun görmüştür. Bu durum Fatih Sultan Mehmet&8217;in Kırım&8217;ı alma kararıyla birlikte bozulmuş ve Fatih Sultan Mehmet XV. asırda Ceneviz egemenliğine (1461) son vermiştir. Osmanlıların Cenevizlilerle ticari ilişkileri dikkate alındığında Ereğli şehrini kiralamaları diye bir olgunun söz konusu olamayacağı açıktır. Venedik-Ceneviz çekişmesi, Fatih Sultan Mehmet ile beraber Osmanlı ülkesinden son bulmuştur. Müslümanlara karşı birlik olan Venedik, Ceneviz, Rodos ve Kıbrıs korsanlarının gemilerinin, Müslümanların ticaret gemilerine saldırıp sahilleri yağmalaması Memlük ve Anadolu Selçukluları&8217;nı önlem almaya zorlamış, sonuçta Memlükler Venediklilerle, Osmanlılar Cenevizlilerle işbirliği yoluna gitmişlerdir.


Zonguldak bölgesiyle ilgili olarak Türklerin yabancı adları değiştirmediği, şehir adlarını yabancı dilden olsa bile Türkçe ağzıyla söylendiği gibi kullanmaya özen gösterdikleri bilinmektedir. Lakin haritalara bakıldığında bölgede Yunanca adların çok az olduğu söylenebilir: Örneğin Eraklia (Ereğli), Gangra (Çankırı), Prusa (Bursa) vb. bunlar arasında sayılabilir. Buna karşılık Rum kaynaklarına göre, Rum hizmetine giren Türkler de vardır. Rumlar özellikle askeri amaçlı olmak üzere Türklerden oğlan devşirerek nitelikli personel ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır. Rumca adlarının önünde yer alan Argüros, Katakalon, Protonotarios, Protostrator, Protovestiarios gibi ünvanlar Türklerin devlet kademelerindeki makamlarıyla ilişkilidir. Bölgeyi ıssız bir bölge veya sadece Hristiyanlarla dolu bir bölge olarak düşünmek gerçeklikten uzaklaşmaya yol açar. Bu bölge, çeşitli kültürlerin konglomerası olarak tarihöncesinden günümüze kadar her türlü renk ve kokusuyla karşımıza çıkar. Bölge ile ilgili belge, delil ve dil ürünleri dikkate alınmadan sonuçlar çıkarmak gerçekliği saptırabilir.


Muhâsebe-i Vilâyeti Anadolu Defteri/Bolu[4]










[1] Jean Paul Roux (2010). Türklerin Tarihi Pasifikten Akdeniz&8217;e 2000 Yıl. İstanbul: Selenge Yayınları; 324-325.



[2] http://www.enfal.de/starih31.htm, Yurt Ansiklopedisi (1984). İstanbul: Anadolu Yayıncılık.



[3] Mesudî (2011). Mur&535;c Ez-Zeheb Altın Bozkırlar. İstanbul: Selenge Yayınları; 273.



[4] Anonim (1994). 438 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530) II. Bolu, Kastamonu, Kengırı ve Koca-ili Livâları. Ankara: TC.BOAGM Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu:20; 158.