Çocukluğumuzda kuş yakaladığımızda yaşlılar kuşun kesilip yenmesini istemez ve bizden onu serbest bırakmamızı isterlerdi. "Azat buzat, öte dünyada beni gözet" diye söyleyerek kuşu serbest bıraktırırlardı. Kuşların bizim hakkımızda Tanrıya duacı olacaklarını, onları öldürmediğimiz için Tanrıya yalvararak Tanrı´dan bizim için şefaat dileyeceklerini dile getirirlerdi. O zaman bu davranışın niçin yapıldığına karar veremez, kuşun niçin serbest bırakıldığını anlamazdık. Jean Paul Roux´un Türklerin Tarihi Pasifik´ten Akdeniz´e 2000 Yıl adlı Kabalcı yayınlarından 2010 yılında basılmış kitabının 147. sayfasında kuş ruhlarının ölülerin ruhlarına eriştiğine dair bilgiyi görünce çocukluğumuzdaki davranışın nedenini öğrenmek zor olmadı. Bu inanış Türklerin Asya´daki dini inançlarıyla ilişkili bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkler arasında kuşların da kutsal kuş olarak boylarda kendini gösterdiği aynı kitapta yazmaktadır. Selçuklu Devleti´ni kuran Kınık boyunun kutsal kuşu, erkek Çakırdoğan (açık mavi gözlü) adlı kuştur.



Adı geçen kitapta Türklerin Çin´e Ortadoğu´dan üzüm asmasını taşıdıklarını öğrenmekteyiz. Ayrıca Karadeniz´in kuzeyi, güneyi doğusu ve batısındaki tarihsel, siyasi olayların oralardaki halkı etkilediği bir gerçektir. Örneğin Yunanlılar, Delos Adası sürgünleriyle Karadeniz Ereğli´den götürdükleri insanlarla Kırım´da bir şehir kurarlar. Batı Karadeniz´de İstanbul, Varna, Odessa ve diğer şehirlerde cereyan eden herhangi bir olay, tümüyle Karadeniz şehirlerinde etkisini hemen gösterir.



Balkanlar´daki Trakya Türkleri denen Peçenekler, Bizans´a karşı 1026´da 1090 yıllarına kadar yediden fazla büyük saldırı düzenlemişlerdir. Bu saldırılardan etkilenenler Küçük Asya denilen bölgeye gemilerle kaçmışlardır. Aynı dönemde Selçuklu Türkleri de Anadolu´ya yerleşmeye çalışmışlardır. VIII. ve IX. yüzyıllarda Karadeniz Bölgesi´ndeki Türkler köle olarak karşımıza çıkmaktadır. Onlar satın alınırlar, sahipleri vardır ve azat edilebilirler. Horasan´dan Bağdat´a kadar her yerde Türk kölelerine rastlanmaktadır. Bir kölenin fiyatı 150 bin ile 200 bin dirhemi bulmaktadır. Hatta Abbasi halifesi Mutasım´ın muhafız birliğinde 4000 ile 7000 arasında değişen Türk köleler vardır. Bu köleler, Karadeniz Bölgesi´nden ve Orta Asya´dan toplanmışlardır. Zonguldak bölgesinde Kazancı Cingan veya Katırcı Cingan tipleri saldırgan, acımasız köle tacirlerinin sıfatları olarak karşımıza çıkmaktadır.



Karadeniz´in kuzeyine genellikle Kıpçak Bozkırları denmektedir. Bugün Ukrayna ovalarında XI. İle XV. yüyılları arasında Kıpçaklar hüküm sürmüştür. Bunların anadili de Türkçedir. Kıpçaklar, Kırım kıyısındaki Sudak limanı üzerinden Bizans ve Anadolu´ya ticaret yaparlar. Özellikle bu ticaret akışından Türkler yararlanmaktadırlar. Ticaret malları ise kürkler, oklar, ağaç kabukları, külahlar, tutkal, amber, tabaklanmış deriler, bal, ceviz, silahlar, sürü hayvanları ve kölelerdir. Bu dönemde Zonguldak bölgesi de bu ticaret alanına dâhil bir bölgedir. 1071 Malazgirt Savaşı´ndan sonra Anadolu´daki Müslüman Türkler Karadeniz´e de açılmışlardır. 1207 yılında Sinop´u Rumlardan alan Türkler, Karadeniz ticaretine katılmışlardır. Hatta XIII. yüzyılda Moğolların önünden kaçanlar, Karadeniz yolunu kullanarak bölgeye göç ederek yerleşmişlerdir.



XIII. yüzyılda Danişmendoğulları beyliği, Anadolu´da sikke (para) basmıştır. Danişmendoğulları beyliği, Batı Karadeniz Bölgesi´ni de içine alan bir beyliktir. Dolayısıyla Zonguldak ve köyleri de, bu beyliğin sınırları içinde yer almaktadır. Moğolların Kırım´daki ticaret merkezlerini tahrip etmesi, onlardan kaçan Türklerin de bölgeye gelmelerine yol açmıştır. Moğolların Mısır ile ittifak kurmaları, XIV. yüzyılda Müslümanlığın Moğollar arasında yayılması, Kuzey ve Güney Karadeniz´in ilişkisini daha da güçlendirmiştir, denilebilir. Adı geçen kitabın 293. sayfasında Mısır Memluklar´ına satılan çocuklarla ilgili şu bilgi verilmektedir: "El-Nüveyri Toktay Han´ın 1307-1308 de Kırım´daki Cenevizlilerden Tatar çocuklarının sürekli kaçırılmalarının ve Müslüman ülkelerde satılmalarının öcünü nasıl aldığını anlatır" denmektedir. Bizanslılar, Kıpçaklar ve Mısır arasında köle ticareti ile ilgili antlaşma 1263 tarihlidir. Ancak aynı kitapta bu köle ticaretinin Türklere fayda kazandırdığı da yazmaktadır.



Karadeniz´in kuzeyindeki ve güneyindeki Türkler, Türkçenin nüfuz alanını genişletmişlerdir. Kayı boyundan Ertuğrul Bey, Selçuklular´dan Bitinya´da bir tımar almıştır. Karadeniz Ereğli, Bitinya toprakları içindedir. Dolayısıyla Zonguldak bölgesi Amasra hariç Ertuğrul Bey´in tımarı içinde yer almaktadır. 1475´den itibaren Osmanlı İmparatorluğu tüm Karadeniz bölgesini denetimi altına almıştır. Bu bölge Osmanlı ortak pazarı alanına dâhil bir bölge olarak görülebilir. Karadeniz´in bir Türk gölü olması ve Zonguldak bölgesinin fazla istilaya uğramaması bölgedeki nüfusun fazla değişime maruz kalmadığının da bir göstergesidir. Ancak 1581´den başlayarak Rusların ilerlemeleri, onlardan kaçan insanların (Müslümanların) bölgeye daha yoğun göçlerine neden olur.



1722´den itibaren Kafkasya´daki Rus müdahaleleri ve İran´daki Safavi Devleti´nin saldırıları, bu bölgedeki Müslümanların Anadolu´ya akışına yol açar. Ruslara karşı direnenler, Osmanlı topraklarına sığınırlar. 1848´li yıllarda Türk Hakanlık ve Hanlıklarının Ruslar tarafından ilhakı sonucu Anadolu´da ve Trakya´da Müslüman Türk nüfusu yığılır. 1876 ve 1909 yıllarında padişah Abdülhamid, Doğu Avrupa´dan, Kafkasya´da ve Rusya´dan kaçanlara yerleşim yeri bulmak zorunda kalır. Bu göç hareketlerinden Zonguldak da nasibini alır. Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı´ndan sonra da Zonguldak bölgesinde yerleşim hareketleri görülür. Karadeniz bölgesinde bulunan vilayetlerden Zonguldak´a iç göç yaşanır. Sanayileşmeyle beraber Zonguldak kara, deniz ve hava ulaşımıyla kendi içine kapalılıktan ziyade dışa açılma potansiyeli bulunan bir ilimiz olarak kabul edilebilir. Ancak Zonguldak köylerinin açık tarihi, kapalı tarihi ve gizli tarihinin daha derinlikli olarak araştırılması gerekmektedir.