Elli-altmış yıl öncesinde köy düğünlerinde önce kırmızı gelinlik giymiş, ata binmiş gelinler, daha sonra beyaz gelinlikle önce atlara sonra otomobillere binen gelinler gözümün önünden geçti. Düğün yapacak olan fakir köylüler köy köy dolaşıp düğün zahiresi (düğün zahrası) toplar, topladığı yiyecekleri düğünde harcardı. Bir sosyal dayanışma söz konusuydu. Zahire toplamak ayıplanmazdı. Zahire toplarken düğün sahibi düğünün olacağı tarihi de söyler, düğün davetiyeleri veya düğün okumalarına gerek duyulmazdı. Herkes herkesin ne yaptığını, ne yapacağını, ne zaman yapacağını gayet iyi bilirdi. Kızlar için başlık parası istenir, kızlar az başlık parası veren yerlere gitmek istemezlerdi. Hatta kendi aralarında ucuz başlık parası isteyenleri küçümser; &[#]8220;Bu paraya oraya gelin gidilmez&[#]8221; derlerdi. Düğünlere çalgıcılar davet edilir, dört gün dört gece düğün evinde eğlenceler tertiplenirdi. Düğünlerde içki içenler gayet azken daha sonra içki içmek adet olarak yerleşmişti. İçki içenin içki parasını önce düğün evi öderken daha sonraları herkes içki parasını kendi ödemek koşuluyla istediği kadar içebilirdi. Son zamanlarda köylerdeki düğünlerde yavaş yavaş içki içmek âdeti yerine dini davranışların sergilendiği görülmeye başlandı.

Düğünlere gelenler gerek oğlan evinde gerekse kına gecesinde hediyelerini düğün sahibine verirken merasim düzenlenir, herkesin ne verdiği yüksek sesle ilan edilirdi. Son zamanlarda hediyeler kapalı zarf veya paket içinde ne olduğu bilinmeden verilmeye başlandı. Eskiden damat adayı ve sağdıç ata binerek kızın köyünde iyi bir binici olduklarını göstermek zorundayken ata binmek artık bir zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Kız evinin önünde damat ve sağdıcın önüne bal, kaymak ve yufka dolu tepsi koyma âdeti de yavaş yavaş kaybolmak üzeredir. Gelin adayı evden çıkarken gelin alayının üzerine para veya şeker saçma âdeti de yok olmaya yüz tutmuştur. Gelin almaya giderken çalınan müzikle gelini ata bindirirken çalınan müzik birbirinden farklıydı. Artık bu müzikler de değişmeye başlamıştır. Kına gecelerinde köyün genç kız ve kadınları kendi aralarında çalıp söylerken günümüzde elektrikli müzik aletleri çalgıcıların yerine geçmiştir. Kına gecelerinde köyün kızları gelin adayının evinde sabahlarlardı bir zamanlar. O gece evde bulunanlardan biri uyumaya kalkarsa odada bulunanlar uyuyanın yüzüne kömür karası çalarlardı. Bu bir tür şakalaşma yoluydu. Bugün birisinin yüzüne kömür karası sürmek ona hakaret olarak kabul edilmektedir.

Düğün için gelen çalgıcılar düğüne katılanların sayısına göre gruplara ayrılır, her grup çalgıcı ve erkek köçeklerle canı istediğince eğlenir, düğünün tadını çıkarmaya bakardı. Erkek köçekler oynarken bütün marifetlerini göstermeye çalışır, düğüne gidenlerin hoşuna gidecek davranışlar sergilemeye çalışırlardı. Davul, zurna, keman, ud, klarnet, dümbelek, saz vb. müzik aletlerini çalanlar kendi gruplarındakilerin statülerine ve zevklerine göre davranmak sorumluluğunu taşırlardı. Onlar bugün yoklar. Dört gün dört gece yapılan düğünlerde yapılacak ritüel davranışlar önceden belirlenmişti. Davranışlarda aşırılığa kaçanlar diğerleri tarafından uyarılır, onlar da bunu hoş karşılarlardı. Artık kimse kimseyle ilgilenmemeye, kendi işine bakar hâle gelmiştir. Eskiden evlenenlere &[#]8220;Bir yastıkta koca&[#]8221; denilir ve çeyizlerine büyük bir yastık konulurken günümüzde iki kişi için ayrı yastık hazırlanır olmuştur. &[#]8220;Bir yastıkta koca&[#]8221; sözü yerini &[#]8220;İki yastıkta koca&[#]8221; sözüne bırakmıştır.

Zonguldak ilinde denizden geçen bir geminin yolcusu kara tarafına baktığında şehirler ve beldeler hariç köy diye bir yer göremez. Köyler genellikle denizden içerde, görülmeyecek yerlerde kurulmuştur. Eski köy evleri ağaçtan yapılmıştır. Alt katında ahırlar ve hayat (bazı yerlerde sayat) bulunur. Ahırlarda hayvanlar beslenir. Hayat veya sayat denilen yerlerse evin bir çeşit atölyesi veya tarım aletleri veya tarım ürünlerini depolama vazifesi görürdü. İçerden veya dışarıdan merdivenle çıkılan ikinci katta insanlar otururdu. Genellikle evler dört odalıydı. Ancak bu evlerin pencereleri çok küçüktü. Pencerelerin çok küçük olmasının nedeni güvenlik gerekçesiydi. Yüzyıl öncesinde eşkıya, hırsız, düşman vb. tarafından saldırıya açık olan köy evleri elbette küçük pencereli yapılmak zorundaydı. Ev yakma veya kundaklama eylemleri çok az görülürdü. Günümüzde köy evleri artık şehir evlerinden farklı yapılmamaktadır. Evlerin pencere camlarının büyük oluşu güvenlik sorunlarının yavaş yavaş ortadan kalktığının göstergesidir. Evlerin yapımında kullanılan malzeme şehirdekinden hiç de farklı değildir. Ahşap ve kâgir binalar beton binalara dönüşmektedir. Ahşap evlerin sergenleri ve sergen altı denilen bölümleriyle ocak başları gün geçtikçe unutulmaktadır.

Köylerde buğday, arpa, yulaf ve mısır su değirmenlerinde öğütülür, un yapılırdı. Değirmenci değirmene yük getirenleri güler yüzle karşılar, ununu ne zaman alacağını söylerdi. At, eşek ve katırla değirmene getirilen çuvalları indirmede değirmenci yardım ederdi. Her köyün kendine ait su değirmeni vardı. Su değirmenleri artık tarihe karışmıştır. Değirmenci öğüttüğü un için çok az bir un alarak herkesi memnun ettiği gibi, ortak olan köy değirmeninde herkes kendi ununu da kendisi öğütebilirdi.

Köye misafir geldiğinde köylüler onu köy odasında misafir ederlerdi. Köy odaları köylülerin bir çeşit toplantı yeri, eğlence yeri görevi de görürdü. Köy yollarının yapılması, ulaşımın ve iletişimin kolaylaşması, köylere alt yapı hizmetlerinin götürülmesi köy odası kavramını da değiştirmiştir. Köy odası kavramı da sosyal değişme sonucu ortadan kalkmış ve miadını dolduran bir kavrama dönüşmüştür.

Evi yanan birinin veya tarlasında hasadı yapılacak ürününü imece usulüyle karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve işbirliğiyle yerine getiren zihniyet ortadan kalkmıştır. Herkes kendi işini kendisi yapmak zorundadır. Kimse kimseye yardım etmeyi aklından bile geçirmemektedir. Aybaşlarında hürelerini (deriden yapılmış sırt çantası) alarak askere, gurbete ve maden ocaklarına çalışmaya gidenleri uğurlayanların sayısı giderek azalmaktadır. Köylerde maden ocaklarına aybaşlarında çalışmaya giden maden işçilerini merasimle uğurlayan kadın, çocuk ve yaşlılar artık yoktur. Günümüzde köyden maden ocaklarında çalışmaya gidenler sabahleyin kendi başlarına kendi işlerine kendileri gitmek zorundadırlar. Aybaşlarında çalışmaya giden işçilerin bir ay çalıştıktan sonra köye dönerken bekleyenleri de yoktur.

Grizu patlamasında 23 kişinin öldüğü faciadan tek kurtulan bir maden işçisi babanın evladı olarak, bütün sosyal değişmelere karşın Zonguldak bölgesinde değişmeyen tek gerçekliğin &[#]8220;Madencinin çilesi&[#]8221; olduğunu söyleyebilirim. Elli-altmış yıl önce olduğu gibi bölge halkının çilesi maden ocaklarında devam etmektedir. Yıllardır gün geçmiyor ki bir maden işçisinin göçükte, maden ocağında hayatını kaybettiği haberini duymadan&[#]8230;.Her şey değişiyor da maden işçisi halkımızın kaderi bir türlü değişmiyor. Karanlık dehlizlerden gelen kömür kokulu ölümleri tatmayan hane neredeyse kalmamıştır. Değişmeyi gelip geçici bir olgu olarak görmemek gerekmektedir. Yerin 700-800 metre altındaki çileyi kutsal bir tevekkülle yaşamaya çalışan insanlara saygı duymak bir insanlık görevidir.

Sonuç olarak Zonguldak köylerinde her şey değişiyor: Evler, değirmenler, yollar, düğünler, gelenekler, inançlar, eğilimler, tutumlar vb. Fakat karanlık dehlizlerdeki çile hiç değişmiyor. Yeter artık! Bölge insanını, araç olarak gören zihniyete &[#]8220;Dur!&[#]8221;; amaç olarak görüp saygı duyan bir zihniyete doğru sosyal değişime &[#]8220;Evet!&[#]8221; deme zamanıdır.