"Bana ağır gelen gaz lambasını kaldırıp sandığa yaklaştırırdım, anneannem de elindeki kocaman demir anahtarla kilidi açardı. İçindeki tülbentlere sarılı incik boncuklardan, ipek mendillerden, altınlardan alacağını alırdı anneannem. Bana ne vereceksin diyince de cebinden çıkardığı küçük bir hediyeyi güya sandıktan o sırada çıkarmış gibi ´Bu da sana´ diyip verirdi, kanardım ben de."


Müfide teyze! Sayfanbolu´nun merkezinde, taksi durağın karşısındaki evinde bunları anlatıyordu bize. Arife gecesi Sayfranbolu´ya varmıştık, gece kalacak yer sorunca bize Müfide teyzeyi önermişlerdi. Müfide teyze çoktan aşağı kapı önüne inmiş bekliyordu bizi. Üç katlı küçük bir konak. Eşi yıllar önce vefat edince pansiyona çevirmiş. Safranbolu´nun diğer turistik konaklarından hiç farkı yok, sadece kendisi işletiyor, güvenemediği için yardımcı tutmuyor. Oda fiyatları çok daha uygun, diğer konaklarda gecelik fiyat 150 liraya çıkarken, burada kahvaltılı 40, kahvaltısız 30 lira. Biz oyalanmamak için kahvaltı almayız dedik, dünyada bırakmam sizi bayram sabahı kahvaltı etmeden dışarı diye tutturdu. Böylece sabah güzel bir bayram kahvaltısı ve tatlı sohbete konmuş olduk.


Şimdi otele çevrilen bir binanın en üst katında sandık odaları varmış. Aileler bu küçük, pencere niyetine ince uzun bir yarığı olan karanlık odalara kıymetli eşyaların depolarmış. Kocaman anahtarlarla açılırmış sandıklar, aşağıdaki kapıda bekçi beklermiş. Müfide teyze de ´bankaya´ giden anneannesine eşlik edermiş küçükken. Neler anlattı neler. Vaktimiz azdı, dinleyemedik.


Sokaktaki bir rehberden de başka hikayeler öğrendik:


Esnafın bir arada olduğu arastayı kontrol etmesi için Sayfranbolu´ya bir ´bey´ atanmış. Görevi, malını kalitesiz üreten, kararlaştırılan fiyattan yükseğe satan, müşteriyi dolandıran, kurallara uygun davranmayan esnafı bulup uyarmak, gerektiğinde cezalandırmakmış. Kendine yedi adet yardımcı seçmiş, hepsi esnaftan olan bu yedi yardımcı birbirini tanımıyormuş. Böylece arastada gizlice tespit yapılabiliyormuş. Günlük dükkan kapatma, para cezası kesme gibi cezaların en büyüğü, dükkan sahibine arasta kahvesine girme yasağı getirmekmiş. Sabah akşam toplanılıp günlük işlerin, devlet meselelerinin konuşulduğu bu kahveye girememek en büyük aşağılamaymış, bu cezayı alan dükkan sahibi tasını tarağını toplayıp başka yere gider ya da dükkanı hepten kapatırmış. Ayakkabıcıların çarşısındaki ´uyarı´ niteliğindeki ceza ise bakın neymiş: Kalitesiz ayakkabı satıldığı tespit edilen ayakkabıcının ürettiği bir ayakkabı, herkesin gözü önünde dükkan sahibinin çatısına atılırmış. "Pabucu dama atılmak" deyimi de güya buradan gelmiş!


Yine bir hikaye, dere kenarındaki tabakhane ile ilgili. Üretim yapan esnaf, atölyeler hep dere kenarını diziliymiş. Derenin akış yönüne göre en yukarıda lokum, şeker gibi gıda imalathaneleri, derenin en aşağısında ise suyu daha çok kirleten tabakhane olurmuş. Arada da yine suyu kirletme derecelerine göre diğer imalathaneler sıralıymış. Tabakhanede çalışan işçilerin üstlerine sinen kokuyla diğer insanları rahatsız etmemeleri için kendilerine ait küçük bir camileri bile varmış. Gelelim ikinci bir deyimin çıkışı noktasına: Tabakhanedeki derilerin kireçlenmesini en iyi önleyen maddenin köpek pisliği olduğu tespit edilmiş, ancak etrafta fıldır fıldır dolaşan köpekleri takip etmek zormuş. Bir sürü taze pisliğe ihtiyaç olunduğundan, sokakta nerede taze bir köpek pisliği bulsalar, hemen alıp koştura koştura aşağıya, tabakhaneye götürürlermiş. "Tabakhaneye ´tabak´ yetiştirmek deyimi de buradan çıkmışmış!


Daha bir çok tatlı hikaye dinledik. Sonra yine anlatacağım.


Aşure ayındayız . Annem, anneannemin gözetimde ilk kez aşure yapmayı deniyor. Gidip gelip sınıfta kalacaksın diye takılıyordum, bana da kuru meyveleri kesme görevini vermeye kalktı. Bense çizimlerimi bahane edip kaytarıyorum. Eskiden evin genç kızı aşureleri güğümle komşlulara dağıtırmış, hem sokağa çıkmak için bahanesi olurmuş, hem de evde evlenilecek genç kız olduğu gösterilirmiş. Kuru meyve kesme işini aşure dağıtmakla değiştirmek için başvuruda bulunacağım.