Aklımda &8220;Şunu da yazayım, bunu da yazayım&8221; diye sıraya koyduğum olaylar birden karışıveriyor. Kardeşimiz kadar sevdiğimiz müzisyen ve Zonguldak&8217;ın tanınmış oto elektrik ustalarından Ertan Güney&8217;in vefatıyla ilgili kederimi ve anılarımızı yazmayı istedim. Ama gönlüm elvermedi.



Yaşım kemale erdi ama aklım kemale ermedi. Kıymetli doktorlarımızın ve ailemin öğütlerini ve perhizi Kurban Bayramının bereketli menüleriyle hafife aldım. Tabii cezamı çekmeye Atatürk Devlet Hastanemizin şefkatli ana kucağına düştüm. Bu seferki hastane hatıralarımı yazacaktım. Ama onu başka yazıma erteledim.



Gündemimde olmayan, torunum Derya Aydan&8217;ın Pusula&8217;da önceki gün çıkan anneannesiyle bana ait &8216;Romantizm&8217; başlıklı yazısı bomba gibi elimde patladı. Bu polemiği de başka zamana kaydırıyorum.



Herkesin konuştuğu kış mevsimi geliverince kışla ilgili hatıralarımı anlatırsam, ortak bir muhabbetimiz olur diye düşündüm.


Diyelim ki, Gazi İlkokulu&8217;na (şimdiki A.K.M) gittiğim 1940 yıllarının kış günlerindeyiz: Evlerinden çıkan çocuklar öbek öbek , buz kaplı patikalarda, merdivenlerde, düşmeden okullarına gitmeye çalışırlardı. Ellerinde eski yünden örülme eldivenleri, kontraplaktan çantaları, eski püskü ayakkabıları, çorap lastiğinden tutturulmuş yamalı çoraplarıyla, cork cork, buz gibi suyun içinde ıslanan ayaklarıyla, ağlayarak, sümüğünü çeke çeke; üzerlerinde eskimiş yünlerden sökülüp tekrar örülmüş, çelik tel fırça gibi kılları olan dış giysileriyle okula varırlardı. Soğuktan donmuş ayak ve el parmakları da cazıramaya başlayınca, sınıfa girdik diye sevinirlerdi.


Öğle yemeği olarak evden getirdikleri yavan ekmek, keş, zeytin kâfiydi. Gene de çocuk neşesi değil mi, teneffüslerde lapa lapa yağan karın altında koşuşturmaya bayılırlardı. Bu kışlar çok uzun sürer, aylarca saçaklardan buzlar sarkar, sular donup akmadığı için kovalarla kar eritilir, fırınlarda ekmek olmadığından ekmekler evlerde yapılırdı. Bunlar hayatın olağan parçalarıydı.



Eve dönünce, ıslanan ayakkabılar akşamdan sobanın etrafına dizilirdi. Odun sobalarında akşamları mısır patlatılır, bir yandan da ıhlamur kaynatılırdı. Bizim evler Zonguldak&8217;daki çoğu ev gibi yamaç ortasındaydı ve araba yolu yoktu. Çocukların en büyük eğlencesi yüzlerce basamak merdivenden aşağıya, tahta iskeleleri kızak gibi kullanarak kaymaktı.


Şimdiki gibi sokaklara klakson sesi hakim değildi. Şehre hayat veren çocuk sesleri ve kahkahalarıydı. En zor iş de kızak merdivenleri yokuş başına kadar çekmekti. Kıyasıya kartopu oynanır, Zonguldak&8217;ın en büyük kardanadamı mahallemizde yapılırdı.


Her zaman olduğu gibi, kışın da pazar, Çarşamba ve Cumartesi günleri şimdiki 12 Katlı İş Merkeziyle köprü altı arasındaki arazide kurulurdu. O soğuklarda gariban köylümüz kilometrelerce uzaktaki köylerden Zonguldak&8217;a sırtında, elinde veya omzunda taşıdığı ürünlerini getirip satar, kazandığı parayla ilaç, tuz, gazyağı(lamba için) gibi ihtiyaçlarını alırdı. Hepsi bilaistisna uzun konçlu yün çorap ve çarık giyerdi. Sırtlarında atkıları olurdu. İşte bu mucize insanlar Yavuz Sultan Selim&8217;le Mısır seferine gittiler. Sarıkamış&8217;ta dondular. Çanakkale&8217;de Galiçya&8217;da destanlar yazdılar&8230;Lafa gelince köylü milletin efendisiymiş. Boşversene sen o lafı&8230;Milletçe sırtına bindik, emeğini sömürdük.



Çocukluğumda bu çok soğuk havalarda bazen Karadeniz&8217;den sahillerimize, 2. Dünya Savaşı sırasında, Rusya&8217;dan kaçan çoğu Alman askerlerin cesetleri vururdu. O zamanlar çocuk bahçesi Hükümet Binasının arkasındaydı. Orada oynarken haberimiz olunca koşup bakardık. Kıyıya vuran cesetler genellikle sarışın, su gibi gençlerdi. Bir keresinde iskeleye çala- kürek sandalla gelen 15 kadar Alman askeri rampa etti. Bütün millet başlarına üşüştü. İskelenin merdivenlerinden çıktılar, hemen oradaki Belediye Çeşmesini fark ettiler. Bir kıyamet koptu. Hepsi susuzmuş, avuç avuç suları içerken bizim inzibat askerleri geldi. Bunları sıraya sokmaya çalıştı ama ne mümkün. Nihayetinde bir müfreze Türk askeri başlarında yüzbaşılarıyla bunları Halkevinin- şimdiki BKM&8211; kaldırımından üçer üçer yürütmeye başladılar. İstanbul Pastanesinin karşısına düşen sırada Arslanların ekmek fırını vardı. Çıkan ekmek kokusuna Almanlar bir hücum etti ki, anlatılacak gibi değil. Avurtlarını doldura doldura sıcak somunları çiğnemeden yuttular. Fırıncılar donup kaldılar.




Şimdi, her şey ama her şey siyah ve beyaz gibi farklı oldu. Kışlarımız bile acaipleşti. İnsanoğlu Allah&8217;ın emaneti olan ormanları acımadan yok etmeye çalışıyor. Havamız çok kirli. Buralarda eskisi kadar kar yağmıyor.



Eğer denk gelirseniz, çok güzel kar manzaralarını gözlemleyiniz. Onun dahi zevkini alın.


Sağlığınızın mükemmel,


sırtınızın pek,


karnınızın tok olmasına dua ederim.