Zonguldak'ta çok enteresan şeyler oluyor.
Özellikle madencilik sektöründe olanları duyunca, küçük dilimi yutacaktım!
Bu sektörde işini gerçekten layıkıyla yapan insanların başımızın üstünde yeri var.
Ama fason şirketler kurup, fatura keserek para kazanan uyanıklar da var.
Muhasebe bilgisi güçlü olan bir uyanık, rödövanslı saha sahibine gidip, "Senin kaç çalışanın var? Kaç lira sigorta ödüyorsun?" diyor.
Aldığı yanıta göre, "İşçileri benim şirketten sigortalı yapalım. Devlete ödediğin paranın yarısını bana ver" diyor!
Çünkü o devlete sigorta ödemiyor! Sık sık şirket patlatıyor!
Böyle kim bilir kaç şirketten para alıyor!
Bir de fatura işi var. Yerli kömüre ithal, ithale yerli faturası işleri... Bir rakamlardan söz ediliyor ki! Bırakın aklımın almasını, masamın üstündeki hesap makinesinin kafası karıştı!
Bir de bu kişiler, kazandıkları parayı gizlemiyorlar!
Lüks yaşamları göze batıyor!
Arabalar...
Sevgililer...
Alemler...
Fırsat buldukça, bu işe bakacağız.

Hormonlu zenginler...
Zonguldak Merkez ilçedeki son dönem zenginlerinin "hormonlu zengin" olduklarını biliyoruz.
Zengin görünenlerin Vergi Dairesi ve SGK borçlarını toplasanız, 5 bin kişinin iş sahibi olacağı fabrika kurarsınız.
Adam batıyor, oğlunun üzerine şirket kuruyor.
Torununun üzerine bile şirket kuranlar var.
Sonra bütün aileyi kirletiyorlar!
Bir de yakın akrabaları üzerine şirket kuranlar var.
Pazarda eşarp satarken zengin olanlar ya da zengin olduklarını sanan nitelikli dolandırıcılar var.
Dolmuşcuyken dolandırıcılıkla zengin olanları ya da olduğunu sananları saymıyoruz.
Zonguldak böyle işte!
Kimi emeğiyle kazanıyor.
Kimi yemeğiyle kazanıyor.
Ne kadar pis iş yaparsan, o kadar çok kazanıyorsun!

Kıssadan Hisse: Kaz...
Padişahın biri, veziriyle birlikte gezintiye çıkmış. Gezi sırasında bir köye gelmişler. Küçük, şirin bir evin önünde oturmuş, örgü ören bir genç kız görmüşler. Padişah, kızın yanına yaklaşıp sormuş:
"Merhaba kızım. Baban evde mi?"
Kız: "Babam evde yok! Azı çok etmeye gitti."
Padişah: "Annen evde mi?"
Kız: "Annem de evde yok! O da biri iki etmeye gitti."
Padişah: "Kızım eviniz çok güzel ama bacası eğri."
Kız: "Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter."
Padişah: "Sana bir kaz yollasam yolar mısın?"
Kız: "İzninizle en ince tüylerine kadar yolarım!"
Padişah kıza, "Öyleyse selametle kal!" deyip, veziriyle tekrar yola koyulmuş.
Saraya varınca, padişah, vezirine sormuş:
"Kız ile ne konuştuğumuzu anladın mı?"
Vezir, "Doğruyu söylemek gerekirse anlamadım padişahım" demiş.
Padişah, "O halde tez vakitte git öğren! Yoksa seni vezirlikten azlederim" demiş.
Vezir telaşla fırlamış. "Nasıl öğrenirim?" diye düşünürken, "En iyisi ilk ağızdan bilgi almak" deyip, gitmiş padişahın konuştuğu kızı bulmuş.
Vezir: "Aman kız, hanım kız... Biz bu gün yanımda biriyle senin yanına gelmiştik. Yanımdaki kişi senle sohbet etmişti. O sohbette konuştuklarınız ne anlama geliyordu? Onları bana bir deyiver. Dile benden ne dilersen."
Kız, "Konuştuklarımızı açıklarım ama her cevap için on altın isterim" demiş. Vezir kabul etmiş. Kız anlatmaya başlamış:
"O amca bana babamı sorduğunda, 'Azı çok etmeye gitti' demekle; babamın çiftçi olduğunu, tarlaya tohum ekmeye gittiğini anlatmak istedim."
Vezir on altını vermiş, kız devam etmiş:
"O amca annemi sorduğunda, 'Annem biri iki etmeye gitti' demekle; annemin ebe olduğunu, doğum yaptırmaya gittiğini anlatmak istedim."
Kız, vezirden on altın daha alıp devam etmiş:
"Amca, 'Eviniz çok güzel ama bacası eğri' demekle; benim güzel olduğumu ama gözlerimin şaşı olduğunu söyledi. Ben de, 'Bacası eğridir ama dumanı doğru tüter' diyerek; 'Şaşıyım ama gözlerim iyi görür' demek istedim."
Vezir, kıza on altınını verip hemen atılmış:
"Peki ya 'Sana bir kaz yollasam yolar mısın?' ne demek?
Kız tebessüm edip açıklamış:
"O kaz da sizsiniz. Bunları öğrenmek için bana onlarca altın verdiniz" demiş.