Mediha evliliklerinin ikinci ayı dolmadan, ölür. Rüştü Onur hayata küser. 20 gün sonra 1 Aralık 1942'de Şair Leyla Sokağı'nda, ciğerlerinden gelen kanla boğulur...
Zonguldak güzel bir kenttir. Denizi, yeşilliği yan yana maviyle yeşilin uyumu içindedir. Özellikle "Fener" denen semtin manzarası güzel, evleri bakımlıdır. Kömür madenlerinin Fransızların yönetiminde olduğu dönemden kalma eski kilisesi, kulübü, mühendis evleri bu semttedir. Bugün kilise bir kantine dönüştürülmüştür.
Bu güzel şehirde yürürken şehrin ortasında bir anıta rastlarsınız, bir madenci heykeline. Kömür madenlerinin yerin kaç yüz metre altında olduğunu öğrenirsiniz. Sonra ayağınızı yere basarken tedirgin olmaya başlarsınız.
Zonguldak'a ilk gittiğimde arkadaşlar izin alıp Adnan Özyalçıner'le beni madene indirmeselerdi ben bu tedirginlikten kurtulamazdım.
Zonguldak'ta yaşamak, nabzı madenlerde atmak demektir. Bir kelebek ömrü yaşamış üç şairin, (öğretmen olarak bu şehre atanmış Necatigil ile birlikte dört) bu şehirde nasıl tedirgin olduklarını anlamak zor değil.
Ayrıca İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'de hemen her iş dalında "mükellefiyet" (zorunlu çalışma) var. İnsanların kömür ocaklarına zorunlu olarak bazen de zorla gönderilişinin adı "Ücretli İş Mükellefiyeti"dir. Bir bürosu vardır: Ereğli Kömür İşletmeleri İş Mükellefiyeti Dairesi. Tarımda da, devlete belli miktarda buğday, hayvan ürünü verilmesi gerekiyor. (Halk dilinde mükellefiyet yan alaylı dille anlatılır: "Mükellefin urganı/Terli olur yorganı/ Mükelleften kurtulan / Çifte kessin kurbanı".)
Anlatacağımız öyküdeki şairlerden biri bu büroda çalışmaktadır: Muzaffer Tayyip Uslu (1922-1946). Öteki şair, Ereğli Kömür İşletmelerinde çalışır: Rüştü Onur (1920-1942).
Bu şairlerin ikisinin odakta olduğu Kelebeğin Rüyası filminin senaryo yazan ve yönetmeni Yılmaz Erdoğan bu şairlerden biriyle sevgilisinin oluşturduğu kelebek kanatlarından bir çifte mektup yazmış:
Sevgili Rüştü ve Mediha,
(...) Şimdi gerçek öykünüzü öğrendikten ve bir düş bahçesinde yeniden yaşadıktan sonra hepimiz şapkamızın altında sessiz ve ağlamaklıyız.
Sizin hüznünüz bizi ağlatıyor, ama üzmüyor.
Umutlu bir keder... Pamukçukların ve şehirlerin kıymetini hatırlayan bir keder(...)
Sizi seviyorum.
Sizi çok seviyorum.
Arkadaşınız Yılmaz..."
'Kemal'den mektup aldım'
Mektup, Mektubun Avcumda: Bilinmeyen Mektupları ve Şiirleri
kitabının başında yer alıyor.
Bir şehir için iki şair elbette azdır. Okulun öğretmeni Behçet Necatilgil de misafir sayılır. Uslu'yla Onur'dan biraz büyük bir şair daha vardır: Kemal Uluser (1914/15-1944). (Kemal doğduğu Kastamonu'nun ünlü Sepetçioğlu ailesindendir. Ama yoksuldur.)
Salah Birsel, hazırladığı Rüştü Onur'un Mektupları (Karşı Yayınlan, 1992) Rüştü Onur ile Kemal Uluser'in dostluğunu vurgular: "(Rüştü Onur) Mektuplarında kendisinden çok çevresindekilerden, arkadaşlarından laf açardı. "Kemalle hemen hemen her gün beraberiz", "Kemal'den bugün mektup aldım", "İki sene evvel Kemal'e gönderdiğin bir şiirini hatırlıyorum", "Kemal'e de yazdım", "Kemal de buna bir parça taraftar". Kemal arkadaşı, Kemal kardeşi, Kemal her şeyidir." Kemal Uluser şiirle başladığı edebiyata Ataç'ın beğendiği bir denemeci olarak, "yaşanti" sözcüğünü bulan olarak devam edecektir.

Özetlendiğinde 2. Dünya Savaşı'nın artırdığı yoksulluk, yoksulluğun ağırlaştırdığı tüberküloz ve otuz yaşına ulaşamama ortak yazgılarıdır. Bunlara şiir ve yaşama sevincini eklemek gerekir. Rüştü Onur'la Mediha Sessiz'in sevdası onu ötekilerden ayınr.

Rüştü Onur, 3 Ağustos 1920'de Devrek'te doğdu. Babası bir köy öğretmeniydi. Üç erkek kardeşin en büyüğüdür. Ortaokula Kastamonu'da başladı, Zonguldak Mehmet Çeli kel Lisesi'nde devam etti, Behçet Necatigil'in öğrencisi oldu. 1938'de tüberküloz yüzünden okula ara verdi Bu özgürlük onu okuldan soğutmuştu. Zonguldak Maliye Varidat Memur Muavini olarak çalışmaya başladı. Üç ay Zonguldak'ta, daha sonra Heybeliada Sanatoryumu'nda tedavi gördü. İyileşti. Zonguldak'a dönmek için bindiği Anafartalar Vapuru'nda Mediha Sessiz'le tanıştı ve aşık oldu. Mediha, Kandilli Kız Lisesi'ni bitirmiş, Karabük Demir Çelik Fabrikası sınavlarına girmişti. Annesi, ablası, kardeşleriyle Karabük'e gidiyordu. Rüştü Onur, onları Zonguldak'ta dayı evinde ağırladı, trene kadar eşlik etti.
Sonra mektuplaşmalar başladı.
Mediha ne olduğu anlaşılamayan bir hastalığa tutuldu. Ağrılar, mide bulantıları. Teşhis konulamıyordu. Sonunda annesi Mediha'yı alıp İstanbul'a gitti. Rüştü Onur da fırsat buldukça İstanbul'da: "Belki bir akşamüstü aklıma eserse, daha doğrusu gece gece vapur güzel olur da benim de cebimde beş on kuruşum ohırsa, ertesi gün İstanbul'dayım demek." 4
Mediha'nın annesi Rüştü'nün iki de bir de gelişini eşine açıklamak zorunda kalır: kökeni Bitlis'teki Serefhanzadeler'e dayanan baba, Rüştü'ye "nikahınız olsun, sen de bu evin çocuğu ol" der. Rüştü, Beşiktaş'ta Şair Leyla Sokak'a eşinin ailesinin yanına taşınır. Kayınpederinin manav dükkanında çalışır. Ama "onlar erdi muradına" diyemiyoruz; Mediha evliliklerinin ikinci ayı dolmadan, 12 Kasım 1942'de ölür. Hastalığı peritonittir. Rüştü Onur hayata küser. 20 gün sonra 1 Aralık 1942'de Beşiktaş'taki Şair Leyla Sokağı'nda, ciğerlerinden gelen kanla boğulur.
Mediha ile Rüştü Ortaköy mezarlığında yan yana yatmaktadır.
Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü Onur'un tersine İstanbulludur, Fatih'te, 1922'de doğdu. Yakalandığı tüberküloz için sanatoryuma yatması bile para yüzünden sorun oldu. Kimi zaman da aa bir alayın egemen olduğu, ince bir duyarlıkla işlediği şiirlerini 1945'te Şimdilik, adıyla kitaplaştırdı. 3 Temmuz 1946'da Zonguldak'ta öldü. O adını arkadaşına ve Zonguldak'a ekledi.