İstatistikçi Yazar Cenk Kaplancan, Corona Virüs önlemleri kapsamında Zonguldak'ın 30 Büyükşehir ile anılmasını kaleme aldı.

Zonguldak'tan kesitlerle anlatım yapan Yazar Kaplancan "İşte '30 Büyükşehir VE Zonguldak' bu demekti" yazısı şöyle;

Küçük bir çocuğun büyük sohbetlerinde tanıdığı bir dünyaydı maden. Eskilerin divan dediği çocukluk yıllarımızın hem oturma hem de yatağı olan bir somyanın altına girip duvarı kazmak gibi bir oyundu hayalimdeki maden. Ta ki o gözlerimi kocaman açan o patlamada, pikapların arkasına doldurulan bir sürü sallanan çizmeli adamın Devlet Hastanesine yetiştirilmeye çalışıldığı o güne kadar.

23 Ekim 1972 günüydü EKİ Kozlu İşletmesi İncirharmanı ocağında ve Üzülmez İşletmesi Çaydamar ocağında ard arda iki patlama oldu, o sesi hiçbir zaman unutmadım. Sonrasında o acı tabloyu. Sayısına yetişilemeyen ölü ve yaralılar için seferber olan arabaların can hıraş korna sesleri ile hastaneye yetişme gayretlerini. İşte ben maden nedir o gün anladım. Dedemin, babamın, eniştelerimin ve madenci komşularımızın anlattığı madeni ben o gün tanıdım.

Yıllar sonra bir madenci olan dedemin çokça bahsi geçen maluliyetinin neden olduğu akciğer kanseri ile mücadelesini ve nasıl kaybettiğini görmem, bu kaderi gözlerimin önüne sermesiydi gerçek olan. Maluliyeti yüksek bazı madencilerin son durağı olan ve sadece madenin neden olduğu hastaların çoğunlukta olduğu bir Göğüs Hastalıkları Hastanesinin Zonguldak'ta olması ise tesadüf değildi.

İşte 30 Büyükşehir VE ZONGULDAK bu demekti.

VE ZONGULDAK.

Benim memleketimde sürmeli gözlü adamlar hiç yadırganmaz mesela, kafasında baret işçi elbiseli bir adam çarşıda şık bir mağazaya girse yadırganmaz, baltasının ucunda odun saplı bir adam belediye otobüsüne binse, ayağında çizme ve kapkara şlam çamuru ile bir işçi bankaya girse yan gözle bakılmaz, o velinimetidir esnafın, tüccarın, bankacının, doktorun, eczacının ve herkesin. O adamdır, babadır, eştir, kardeştir, dayıdır, eniştedir, amcadır bazıları için damattır. Hayatında kravatı ve ceketi sadece düğününde giyen ve duvardaki evlilik fotoğrafından başka kravatlı bir fotoğrafı olmayan emek ve ekmek adamıdır çünkü.

Ve bir şehir düşünün 1800'lerden beri bu kara taşın etrafında ne işgaller, ne devirler, ne olaylar ve ne hayatlar tüketmiştir.

Türkiye'yi beslediği yıllarda, ülke sanayisine güç katıp lokomotif olduğu yıllarda el üstünde tutulan sonra da ülkeye yük görülüp kapatılması düşünülen bir işletme ve onun kader ortağı şehri. Öyle ki 1948 yılında Türkiye'de Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş ilk termik santralini bağrına basmış ve onunla farkında bile olmadan madendeki işçiler kadar olmasa da hatırı sayılır toz yutmuş bir şehir. Sonrası malum bir tane, bir tane daha ve tam 7 tane termik santral. Nefes alınamayacak duruma gelen bir şehir. 30 Büyükşehir VE ZONGULDAK.

İşte benim şehirim böyle cefakar ve vefakar iken göç vermeye başlayan, mutluluğunu kaybeden, evlatlarını gurbete gönderen, güzelim doğasını, insanlarının yaşamını ve havasını ülkesi için feda eden bir şehir. Buralarda az konuşulur çok düşünülür. Uzun konuşsan ciğer yetmez, kısa konuşsan dert bitmez. Buralarda kızlar gelin olurken madenci ile evlenecekse zaten baştan kabullenir dul kalmayı. Buralarda insanları kentin havası bazen ciğerinden bazen alerjik astım ya da rutubet olarak yakalar eritir insanları.

Rutubet deyip geçmeyin. Bizim duvarlarımızda ağaçlar vardır meyve veren. Duvarları bile eritip toprağa katar rutubet, romatizma insanlarımızın yakasına yapışmış birden çok el gibidir, ayakta, belinde, sırtında, veya boynunda. İşte VE ZONGULDAK budur.

Her akşam haberlerde 30 Büyükşehir VE ZONGULDAK deyince dudaklarım titrer, boğazım düğümlenir ve konuşamam bir an. Şimdi gözlerim dolu olarak dinlerken o haberleri, kamyonet arkasından sallanan çizmeler, gözleri sürmeli adamlar, Göğüs Hastalıkları Hastanesinin yokuşu, şehrin orta yerinden geçen demiryolu ve tren katarının arkasından kömür toplayan çocuklar, lokomotifin sireni, simsiyah duvarlar, duvarlarda çiçek açmış ağaçlar, baltasına odun saplamış adam, güldüğünde bembeyaz dişler, bir küçük çarşı ve orta yerinde köprü, dantel gibi sahiller, el değmemiş koylar, nar gibi yanıp batan güneş, kucak açmış kolları ile liman, yüzlerce merdivene ömür törpületmiş insanlar, hep umutla baktığı geleceği ve özlemi var aklımda.

Bu gün Zonguldak dendiğinde irkilir lafın sonunu beklerim. İnsanına söz değmesin, göz değmesin isterim. Annem, Babam, akrabalarım ve arkadaşlarım vardır içinde VE ZONGULDAK değildir benim için. Hasrettir, özlemdir, çocukluktur, gençliktir. Umarsızca yaşadığımız gençlik yıllarının sosyal kaynaşma odağıdır. VE ZONGULDAK emek ve ekmektir.