16 ton belgeselinden alınmış kısa bir kesiti sizlerle bir Zonguldaklı olarak paylaşmak istedim. Adını Sixteen Tons (16 ton) adlı şarkıdan alan belgesel, madenciliği ve maden işçilerini anlatmaktadır.

Toplam 9 bölüm halinde anlatılan belgeselin bölümleri sırasıyla şöyledir: Fitness Yolunda, Bronz Çağı, Ateşin Bulunuşu, Halkla İlişkiler Çağı, Yüzde Çağı, Elmas Çağı, Yazının İcadı, Radyo Çağı ve Özgürlük Çağı.

Zonguldak'ın neden bugün bu hallerde olduğunun sebebi de videoda anlaşılmaktadır.

Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin,
Ellerin, yeraltında yitmiş kocaman ellerin.

Yıllarca çalışırsın, gündeliğin on lira,
Açsın, susar kuyular bağıra bağıra

Ko yamyassı ayakların balçık toprağa girsin,
Kim yürürse öldürürler bilirsin.

Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir,
Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir?
Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana,
Sen yeraltındasın, Tanrısızsın, anlasana.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Film metni

1965 Şubat'ında, Ziraat Bankası çekilişle 7,5 milyon lira dağıtmaya hazırlanıyordu. Buzdolabı 2500 liraydı, ayda 100 lira taksitle alabiliyordunuz.

Başbakan Suat Hayri Ürgüplü, yardımcısı Süleyman Demirel'i Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e takdim etmişti. Maden işçisinin 16 saatlik çalışmayla alabildiği gündelik, 11 ila 13 liraydı.

10 Mart gecesi, Gelik'te 1500 madenci, işletmenin, yönetime sadık işçilere, mühendislere, şef ve çavuşlara dağıttığı ilave primin kendilerinden niye hep esirgendiğini sormaya karar verdi.

Zar zor ikna edilip ocağa sokuldular.

Soru bir defa ortaya atılmıştı. Ertesi gün, aynı bölgedeki Kilimli ve Karadon ocaklarının işçileri, cevabı almaya fena halde niyetli olduklarını gösterdiler. Ocağa inmediler, kuyu başlarını tuttular, inmeye kalkanı da bırakmadılar, trenle gelen işçileri trenden bile indirmediler.

Hükümet ve sendikanın "kanunsuz" demesine rağmen grev başlamıştı. Üzülmez'den Çaydamar ocağının 900 işçisi de direnişe katıldı.

11 Mart'ta, geceyarısına doğru, Kozlu işçileri ayağa kalktı, köprüyü kapatıp barikat kurdular.

Yöneticiler geldi, madencileri yatıştıramayacağını görüp döndü. Vali beyin makamından çıkması gerekiyordu. Vali işçilerle görüşmeye gitmeden, Ereğli'yi arayıp donanmadan yardım istedi. Haklıymış, çünkü işçileri hot zotla ocağa döndürmeye kalkınca üstüne yürüdüler.

Jandarma valiye fazla yaklaşan işçiyi yakaladı, jipe attı. Birkaç madenciyi daha yakalayıp sürükledi. İşçilerin sabrı taştı, jandarma havaya ateş açarak geri çekildi, vali olay yerinden hızla uzaklaştı.

Deniz Kuvvetleri işte bu sıralarda bir tür çıkarma harekatına başladı.

12 Mart'ın erken saatlerinde, önce işçilerin önünden kaçan yöneticiler ve jandarmalar, denizcilerin kurduğu barikatın arkasına geçti; ardından işçiler geldi. Kendilerine doğrultulmuş tüfeklere doğru yürüdüler. Ateş açıldı.

Satılmış Tepe ile Mehmet Çavdar vuruldu. Biri hemen öldü, biri hastaneye götürülürken. Artık madencileri durdurmak mümkün değildi. Askerlerle göğüs göğüse dövüşmeye giriştiler. Onları da püskürttüler. 10 işçi ile 12 er yaralandı.
12 Mart günü, Zonguldak'ta devlet daireleri boşaltılmış, sokaklar askere bırakılmıştı. İşçilerin şehri yağmalayacağı söylentisi çıkarılmıştı. Topçusu komandosu, 10 bin asker Zonguldak'ın giriş-çıkışlarını tuttu. Askeri jetler alçak uçuş yapıp işçilere gözdağı verdi, uçaklardan bildiriler attılar.

Savaş çıkmış gibiydi. Programında radyonun tarafsız olacağını özellikle ilan etmiş hükümet, radyo haberlerine sansür koydu. Ve propaganda başladı:

Türk-İş Genel Başkanı, "bir avuç eli sopalı komünistin işçilere içki içirdiğini", madencilerin bu yüzden "kurşun yağmuruna göğsünü açarak yürüdüğünü" iddia etti. Hükümet de hemen "dış tahrik" palavrasına sarıldı. 100'e yakın işçi tutuklandı.

Hükümetin üç bakanı birden gelip, işçilere taleplerinin kabul edileceğini söyledi.

İki arkadaşlarını kaybetmiş, ama anlaşılan, iktidar sahiplerini bayağı korkutmuşlardı. O primler artık eşit dağıtılacak, ücretler ve çalışma saatleri düzeltilecek, şefler ve amirler işçilere eziyet etmeyecek, kesilen çocuk ve kumaş paraları tekrar verilecekti. Madenciler, yeni doğan kızını bir defa bile göremeden devlet kurşunlarıyla öldürülen arkadaşlarının cenazesini beş kilometre uzaktaki köyüne taşıdılar, sonra işbaşı yaptılar.

Altı gün sonra, Merzifon'daki Yeni Çeltek maden ocağında grizu patladı, 69 madenci can verdi. Bildiğimiz gibi, maden işçilerini öldürmenin yaygın şekli tüfekle vurmak değildi.

1965 madenci ayaklanması üzerine Fazıl Hüsnü Dağlarca bir "Zonguldak Ağıtı" yazdı: "Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin / Ellerin, yeraltında yitmiş kocaman ellerin / Yıllarca çalışırsın, gündeliğin on lira / Açsın, susar kuyular bağıra bağıra / Ko yamyassı ayakların balçık toprağa girsin / Kim yürürse öldürürler bilirsin."

Madenciler bunu bilmelerine rağmen, 1968 Şubat'ında yine yürüdüler. Türk-İş Genel Başkanı'nın "Süleyman Demirel bu memleketin medar-ı iftiharıdır" demesine bir-iki hafta daha vardı. İşçiler devlet sendikasının kendilerini kandırdığını düşünüyorlardı. Yedi bin işçi, şehre girdi, polisin attığı göz yaşartıcı bombalara rağmen sendika binasına yürüdü.

Editör: Pusula Gazetesi