Bartın Pusula Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Arif Üçler, meslek hayatına uzunca bir yazıyla noktayı koydu.

İşte Arif Üçler'in Veda yazısı

Kimimiz yorgun, kimimiz solgun, kimimiz isyankar.

Ömrümüz bir su, içiyor yıllar.

Hayat aynen böyle şarkıdaki gibi işte.

Mesleğe başlayalı sanki daha dün gibi.

Ne çabuk 30 yıl olmuş, bu kadar yılı geride bırakmışım ben de anlayamadım.

1989'da Bahri Küpeli'nin Safranbolu Gündemi'nde başlayan, 1991-1992 yıllarında askerlik molası verdiğim, 1993'ün mayıs ayında Muzaffer Akgün'ün Zonguldak Adalet Gazetesi ile bıraktığım yerden devam ettiğim, 1994'te Milliyet Gazetesi ile ulusal basına da yazmaya başladığım gazetecilik hayatıma çok gazete girip çıktı.

Bunların arasında Ekspres Gazetesinin yeri apayrıdır.

Sadi Çınçın'ın Ekspres'i ile ilk kez 2002 yılında tanıştım.

Bir süre çalıştıktan sonra ayrıldım.

Ekspres'e 2004'te yeniden döndüm.

2009'un eylül ayında yerel basın tarihinde eşi benzeri görülmemiş ağır vergi cezalarından dolayı kapanıncaya kadar da devam ettim.

Zonguldak Adalet Gazetesi günlük çıkmasına rağmen resmi ilan mevzuatının gereklerini yerine getirmediği için bu destekten mahrum kalıyordu.

Muzaffer Akgün bu gazeteyi hiç resmi ilan almadan 1993'ten 2000'e kadar yaşattı.

Sonra haftalık gazeteye çevirdi.

Ve bildiğim kadarıyla kardeşi Cevdet Akgün'e devretti.

Adalet Gazetesi ülkemizde resmi ilan almadan bu kadar süre çıkan belki de tek yerel günlük gazetedir.

Günlük gazete gibi gideri oldukça yüksek olan bir gazeteyi büyük mücadeleler vererek ayakta tutan Muzaffer abi bize hiç patronluk yapmadı.

Çalışanları ile ağabey kardeş gibiydi.

Bize değer verirdi, güven verirdi.

Parası yoktu ama sevgisi, saygısı, samimiyeti, dostluğu, adamlığı vardı.

Bu da bize yetiyordu.

Bu gazetenin Bartın temsilciliği görevini Milliyet Gazetesi muhabirliği ile birlikte yürüttüm.

Adalet'te, sonradan Bartın'a Pusula Gazetesini kurup patronum olan Ali Rıza Tığ ile yıllarca birlikte çalıştık.

Milliyet Gazetesi bir iki yıllık geçiş süreci sonrası kalemimi de beğenince beni düzenli maaşa bağlamıştı.

Memurun 120 milyon lira (o dönemde binler milyondu) aldığı dönemde bana 140 milyon artı masraf veriyorlardı.

Emeğimin karşılığını ziyadesiyle alıyordum.

Tabii ben de karşılığını veriyordum.

Adeta 24 saat görev başındaydım.

Gece 3-5'te yataktan kalkıp habere giderdim.

Bartın'ın bir ucunda yağmurda çamurda karda kışta haber kovalardım.

Gazetede neredeyse her gün bir haberim çıkıyordu.

Haberlerim sadece Milliyet'te değil o grupta yer alan Radikal, Posta, Meydan, Son Havadis, Fanatik gibi gazetelerde de çıkıyordu.

Milliyet o zamanlar şimdi ki gibi değil, tirajı yüksek ve oldukça etkili bir gazete idi.

Milliyet'in Milliyet olduğu zamanlar yani.

Bir başka deyişle Hürriyet, Milliyet, Sabah olarak üç büyükten biri idi.

Çok güzel günlerim geçti o yıllarda.

Habere doymuştum adeta.

DHA'nın ilk muhabiriyim

Sanıyorum 1999 veya 2000 yılı idi.

İki gazetenin de sahibi olan Aydın Doğan, Milliyet Haber Ajansı ile Hürriyet Haber Ajansını birleştirdi.

Bu ajanslar kapanınca iki gazete için ortak bir haber ajansı kuruldu ve adına Doğan Haber Ajansı denildi.

DHA kurulunca Milliyet ve Hürriyet muhabirleri tek bir çatı altında toplanmıştı.

Ben de DHA'nin Bartın'da ilk muhabiri olmuştum.

Tabii Hürriyet Muhabirliği yapan Sefai Ak ile rahmetli Sıtkı Gevrek de vardı bu çatının altında.

Yaklaşık bir yıl çalıştım DHA'da.

Orada şartlar değişmişti.

Maddi manevi tatmin etmeyince de bıraktım.

Kaderin cilvesine bakın ki benim emekliye ayrılıp mesleğe nokta koymak üzere olduğum bu günlerde eski patronum Aydın Doğan'da Milliyet'ten sonra Hürriyet'i de satıp gazetecilikten tamamen çekilmenin arifesinde bulunuyor.

DHA'dan ayrıldıktan sonra Sabah Gazetesinin Bartın muhabirliğini üstlendim.

İlk ayımda gazeteye manşet verdim.

Köksal Toptan ile ilgili bir haberim Sabah'a ana manşet olmuş ve büyük ses getirmişti.

Sabah'taki serüvenim 2001-2004 arasında yaklaşık 4 yıl sürdü.

Milliyet dönemimde zaten maddi manevi doygunluğum vardı.

Ulusal basında haber çıkartmak artık bana çok fazla cazip gelmiyordu.

2004'te Ekspres'e yeniden döndüğümde İstanbul ile irtibatı koparttım ve bana müsaade diyerek tamamen yerele ağırlık verdim.

Benden önce varlığı ile yokluğu belli olmayan Ekspres Gazetesini görünür, okunur, beğenilir, etkili ve güçlü bir gazete haline getirdim.

Bartın'ın resmi ilan alan tek gazetesi idi Ekspres.

Gazetenin sahibi ekonomik olarak çok güçlüydü.

Yapısı gereği eli avucu açık bir insandı zaten.

Bartın'da gazeteciler ilk kez düzgün maaşı, sigortayı, parayı, yemeği, bayram harçlığını, senelik izni, sosyal desteği Ekspres'te Sadi Çınçın'dan gördü.

Borcu olan personelin borcunu da öderdi.

O dönem 5 milyon lira (şimdi ki parayla 5 bin lira) kredi kartı borcu olan bir arkadaşımızın borcunu sıfırlamıştı mesela.

Ki bundan 10-12 sene önce bu para çok iyi para idi.

Personelini iftara alır, kuruluş yıldönümlerinde, gazeteciler günlerinde eğlence yerlerine götürür, kutlamalar düzenlerdi.

Ekmeği yenir, suyu içilirdi.

Sadi Çınçın'ı ne kadar iyi ansak azdır.

Keşke fazla para, eğlence alemi onu çıldırtmasaydı da başını döndürmeseydi de vergisini düzgün ödeseydi de yanlış yollara sapmasaydı da bu acı olay yaşanmasaydı.

Olan 50 yıllık koskoca gazeteye oldu.

Ekspres bugün yaşıyor olsaydı Bartın'da bu kadar günlük gazete olmazdı.

Ekspres'i ve Sadi Çınçın'ı sabahtan akşama kadar yazsam, anlatsam yeridir.

Oradaki anılarımdan başlı başına bir kitap bile çıkar.

Bakarız kitap işlerine emeklilik günlerimde, nasıl olsa bol vaktim olacak.

Değişimi de değiştirdim

Adalet'ten sonra Ekspres'ten önce 2000-2001 arasında Hulisi Elmas'ın Değişim Gazetesi'ne yardım ettim.

Haftalık çıkan bu gazeteye de yaklaşık bir yıl boyunca katkıda bulundum.

Spor Salonu Sahibi, uzak doğu sporları ustası Hulisi hoca gazeteciliğe meraklı bir kişi idi.

Arkadaşlarımızla Değişim'i okunan, aranan, sorulan, beklenen ve beğenilen bir gazete haline getirmiştik.

Ve Pusula

2009 sonrası Pusula dönemi başladı.

Ekspres eylül ayında kapanınca Bartın'da resmi ilan alan gazete kalmadı.

Bu ilanların da yayınlanması gerekiyor.

Devlet isterse bunu davul çaldırıp tellal bağırttırarak da yapar, hoparlör duyurusu ile de yapar, internetle de yapar ama yasa gazete diyor.

İşte resmi ilan için kurulan gazetelerden biri de Pusula idi.

Zonguldak'tan arkadaşım Ali Rıza Tığ oraya geliyorum, birlikte gazete yapacağız, ekibi toparla deyince yeni bir maceraya yelken açmış olduk.

Pusula'nın yanı sıra 4 gazete daha kuruldu.

Bir tane de önceden ilan alamayan vardı.

Etti mi 6.

İlan pastası 6 gazeteye yani 6 dilime bölününce kimseye yetmedi ve herkes hayal kırıklığına uğradı.

Kimse baştan bu kadar çok gazete kurulacağını hesap etmemişti.

Burada umduğunu bulamayan Ali Rıza 4-5 yıl dayandıktan sonra gazeteyi satıp Bartın'dan çekilmekte buldu çareyi.

Bir kişiye çok fazla gelen ve eski patronumun başını döndüren ilan paraları 6 gazeteye yetmiyordu.

O nedenle bazıları, (belki de hepsi) pişman oldu.

Aslında devlet gelirin yüzde 60'ını alıp yüzde 40'ını gazeteye bıraksaydı, Ekspres kapanmayacaktı, devlet de cezasını (o dönemin parası ile 5 trilyon lira) tahsil etmiş olacaktı.

Bu para vergi barışı ile uzlaşma ile 500 milyara düşüyordu zaten.

Düşünsenize aradan 10 sene geçti ve bu süre zarfında yüzde 60 kesinti ile bu borç çoktan sıfırlanırdı.

Devlet böyle yapmadı ne yazık ki.

Ve bu borç ödenmediği için üzerine bir bardak soğuk su içmek durumunda kaldı.

Devlet derken o dönemin yetkilileridir tabii ki adres.

Buradan da anlaşıldığına göre demek ki maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmekmiş.

İşine akıl sır ermez derler ya galiba doğru.

Bizde fazla kafa yormayalım o zaman ve buradan geçelim yeni gazetemize.

Pusula'da Ali Rıza'lı günler ekonomik mücadele ile geçti.

Gerçi sonrası da öyle oldu.

Bu mesleğin ekonomisi yerelde genellikle hiç düzgün olmaz zaten.

Sadi Çınçın'ın Ekspres'inin dönemi gibi istisnalar dışında tabii.

Buraya kadar

Pusula'ya yaklaşık 10 yılımı verdim

Pusula sana ne verdi, hak ettiğini aldın mı derseniz, ben de size parasızlığın gözü kör olsun derim.

30 yılı bulan meslek hayatıma bugün nokta koyuyorum.

Yorgunum ve solgunum.

Her şeyin bir başı, yani başlangıcı olduğu gibi sonu da var.

Benim için de bugün böyle bir gün.

Yerelde ulusalda yıllarca yazdım, binlerce haber, köşe yazısı, manşet bıraktım arkamda.

İnsan ilk günlerdeki, yıllardaki heyecanını sonradan kaybediyor.

İlk yıllarımda biraz deli doluydum, önüme geleni yazardım da sonraki yıllarda lafımı yine esirgemedim, bir kılıfına uydurup söyleyeceğimi yine söyledim ama daha dengeli davrandım.

Küçük yerde bodoslama dalmak olmuyor.

Sert eleştiri pek gitmiyor.

Eleştirinin de bir ayarı olması gerekiyor.

Tabii insan bunu zamanla öğreniyor.

Gazetecilik derin bir kuyu

Bu meslek her gün daha iyisini daha güzelini daha kalitesini daha etkilisini yapmayı gerektiren bir meslek.

Bunun için insanın kendisini sürekli geliştirmesi, okuması, bilmesi, öğrenmesi, fikir sahibi olması gerekiyor.

Ortalıkta kendisini gazeteci sanan, gazeteciyim diye dolaşan birçok kişi var.

Gazeteci olmak öyle kolay değildir.

Yazılarımda her fırsatta özellikle genç arkadaşlara tavsiyelerde, uyarılarda bulundum.

Türkçe ve edebiyata yani yazıya, dile özel önem verilmesini istedim.

Mesleğin inceliklerini, ilkelerini göstermeye çalıştım.

Gazetecilik yapacaklarsa eğer bunu yaşam biçimi olarak görmeleri ve benimsemeleri gerektiğini söyledim.

Birlikte çalıştığım kişileri hep gazeteci yapmaya çalıştım.

Yanımda, gölgemde çok gazeteci yetişti.

Hepsi de benden bir şeyler öğrendi.

Ben de bildiklerimi onlardan esirgemedim zaten.

Kimi mesleğe devam etti, kimi memur oldu, kimi ticarete atıldı.

Hepsi bir şey oldu.

Allah herkesin yolunu açık etti.

Bilerek ve isteyerek kimseye haksızlık yapmadım.

Hak edeni yazdım.

Hak etmeyeni değil.

Haklıyı savundum.

Haksızı değil.

Bazıları gibi kendi çıkarımı düşünmedim.

Yazılarımda kamu yararını, toplum menfaatini hep ön planda tuttum.

Toplumsal sorunları gündeme getirip çözüm bulunmasını istedim.

Kimsenin 5 kuruş parasına tenezzül etmedim.

Yazdığım haberden veya köşeden dolayı kimseden para istemedim, para beklemedim, kimseden avanta almadım, kimsenin yağdanlığı olmadım, boğazımdan hak etmediğim bir para geçmedi.

Bilenler bilir, Ekspres'te iken odamın duvarında 'Haber parası alınmaz' yazısı vardı.

Böyle gazetecilik yaptım bu kadar sene.

30 yıllık koşuşturmanın, hengamenin içinde, binlerce haberin, yazının arasında belki kurunun yanında yaşın da yandığı zamanlar olmuştur.

Bilmeden, istemeden, yanlışlıkla kırdıklarım olduysa onlar da kusura bakmasınlar.

Haklarını helal etsinler.

Benden yana helal olsun.

Gazetecilikten emekli olmak

Nur içinde yatsın rahmetli Şevket Salcı gazetecilikten emekli olunmaz derdi.

Bu mesleği, eğilip bükülmemeyi, doğru dürüst ve ilkeli olmayı, yazmayı çizmeyi, bir duruşumuzun olması gerektiğini bize o öğretmişti.

Ustamızdı.

Bölgedeki (Zonguldak, Bartın, Karabük) gazetecilerin babasıydı.

Ona baba diye hitap ederdik.

Şiir gibi yazı yazardı.

Taşı gediğine koymasını pek bilirdi.

Kinayesi tadından yenmezdi.

Dokundurmaları, mizahı, esprileri muhteşemdi.

Her cümlesi bir sonrakini mutlaka etkilerdi.

Mektupları bile köşe yazısı tadında idi.

Askerde iken bana daktiloda yazılmış böyle mektuplar göndermişti, onları hala saklarım.

Böyle bir gazetecinin çırağı olmak da ayrı bir gurur ve mutluluktur benim için.

Gazetecilik ve emeklilikle ilgili lafını hiç unutmam.

Bakalım belli olmaz.

Üç beş ay, belki bir yıl bir dinleneyim, kafamı boşaltayım sonra bakarız.

Hayat sürprizlerle doludur.

İnsana ne getireceği belli olmaz.

Bugün nokta koyuyoruz ama belki bu bir son değil başlangıçtır.

Başka bir zamanda başka bir yerde yine görüşmek de varsa kaderde bundan kaçılmaz tabii.

Önce bir emekli olduğumun farkına varayım.

Sonra bakarız.

Bizim meslekte özellikle yerel gazetecilikten emekli olanların sayısı azdır.

Çünkü bu mesleğe meslek olarak bakmıyor birçok arkadaşımız.

Bu mesleği devlet memurluğuna veya başka bir yere basamak gibi atlama taşı gibi görüyorlar.

Bir de olayın şu yanı var ki (bunun da etkisi var tabii) o da yine özellikle yerelde bu mesleğin maddi ve sosyal hak olarak tatminkar olmamasıdır.

Benim tatminkar maaş aldığım zamanlar da (Milliyet ve Ekspres) oldu, alamadığım zamanlar da (diğerleri) oldu.

Öyle oldu böyle oldu, yazdık çizdik, gazetecilikten emekli olma şansı bulduk.

Gerçi sigortamın içinde yaklaşık 2 yıl Telekom var ama çoğunluğu gazetecilik.

Uzun yıllar severek ve isteyerek yaptığım, son yıllarımda beni biraz küstüren, yoran, stres sahibi yapan, saçlarımın tamamını beyazlatan bu mesleğe girdiğim için, bu işe bulaştığım için birçok kez pişman olmuşluğum da vardır ya neyse.

Söyletmeyin beni daha fazla.

Yerim de kalmadı zaten.

Yazarak başladım, yazarak bitiriyorum.

Kalın sağlıcakla.

En'lerim

En büyük üzüntüm; Ekspres'in kapanmasıdır.

Bir anne baba çocuğunu nasıl severse ben de Ekspres'i öyle severdim.

Çocuğum gibiydi.

Kapanmaya giden süreç ve son sayıyı çıkardığımız gün arkadaşlarımla birlikte yaşadığımız yıkımı, üzüntüyü unutamam.

En büyük sevincim ve heyecanım; Milliyet Gazetesine birinci sayfadan giren bir haberle (Toptan'ın Anayol formülü) başlamamdır.

Ve sonrasında Milliyet ve grubu gazetelerde çıkan her haberim benim için ayrı bir heyecan olmuştur.

Sabah Gazetesine verdiğim ana manşetin sevinç ve heyecanı da bir başka idi.

En büyük pişmanlığım; Gazeteciliği, maddi manevi daha iyi imkanlara sahip olduğum Telekom'a tercih etmek.

En sevdiğim patronum; Sadi Çınçın ve Muzaffer Akgün.

Gazetecilikten elde ettiğim en büyük kazanç; Haberlerimizle, yazılarımızla topluma yararlı olmak.

En büyük servetim; Doğruluk, dürüstlük.

En sevmediğim kişiler; Eleştiriye açık olmayanlar.

En güzel günlerimden biri; Kurucu Yayın Yönetmeni olduğum Pusula ile yeniden doğmak.

En güzel gazetecilik öğüdü; Rahmetli annemin her gün evden çıkarken 'Bir şeye karışma oğlum' demesi.

En ilginç anım; Nuh'un gemisini ararken ormanda kayboluşumuz.

Kendisinden beyanat almaktan, yaptığı açıklamayı habere dönüştürmekten büyük keyif aldığım siyasetçi; Köksal Toptan.

Beni üzen, yazarken ağlatan en acı haber; Devrek'te 1995'te yani bundan 24 yıl önce katıldığım bir şehit cenazesinde şehidin küçük kardeşinin tabuta sarılarak 'hani birlikte parka gidecektik' deyip 'ağabey ne olur beni de yanına al' diye feryat etmesidir ki daha fotoğraf çekerken ağlamaya başlamıştım.

Köşe yazarken ağlatan yazı; Annemin arkasından yazdığım yazı.

Tanık olduğum en acı, en kötü olay; Kentin yüzde 75'ini sular altında bırakan 1998'deki Bartın tarihinin en büyük sel felaketi.

Tanık olduğum en büyük operasyon; 2005-2009 yıllarının İl Emniyet Müdürü Mesut İnce'nin yaptığı Kalkan Operasyonu.

Gördüğüm en çok gezen vali; Yavuz Erkmen. (onunla Bartın'ın bütün köylerine gitme imkanı bulmuştum, hem de çoğuna iki üç kere)

Eğitime en çok önem veren vali; İsa Küçük (Bartın'ı derece sahibi yapmıştı)

Meslek hayatımda en çok yakınlık ve dostluk gördüğüm siyasetçi; Köksal Toptan, Zeki Çakan, Rıza Yalçınkaya, Cemal Akın ve eski il-ilçe başkanları ile il başkan yardımcılarının yanı sıra eski belediye başkanlarının çoğu.

Dernek, sendika ve oda başkanları ile 20 senedir tanıdığım ve haberini yaptığım Turgut Altınçubuk gibi spor adamlarını da aynı kategoride değerlendirmek isterim.

Eskiler diyorum çünkü ne varsa onlarda var.

15-20-30 sene öncesinin isimleri, onların kalitesi bir başkaydı.

Yazacak daha çok en var ama fazla uzatmak istemiyorum.

En buruk olduğum gün; Bugün diyorum ve noktayı koyuyorum.

Editör: Pusula Gazetesi