TTK'da çalışan bir maden mühendisi, özelleştirme tartışmalarıyla gündeme gelen kurumun son durumunu analiz etti:

TTK'nın bugünlerde özelleştirilmesi gündemde. Sendika ve sivil toplum kuruluşları da özelleştirilmeye karşı çıkacaklarını, burasının kamu malı olduğu, ekonomiye katkı verdiği, Zonguldak'ın köye döneceği, iş güvenliğinin zaafa uğrayacağı ve ölümlerin artacağı, insanların işsiz kalacağı gibi gerekçelerle karşı çıkmaktadır.

Oysa bir de devletin çalıştırdığı bu hali ile ne durumda, masaya yatıralım:

Her şeyden önce devlet kamu iktisadi işletmeleri, özel sektör gibi sahipli değildir. Başına bir yönetici ve yönetim kurulları atanır, devlet adına onun yönetmesi istenir. Sorumluluk varmış gibi görünse de, yönetenlerin sorumluluğu yoktur. Kendilerini kurtarmak için her zaman bir dosya ve kılıfları vardır. Bazen yönetime hükümetten de mal alımlarında firma tavsiyesinde (emir) bulundukları da olur. Baştaki böyle yaparsa alttakiler neler yapmaz?

Devleti kandırması çok kolaydır. En açık yolsuzluklardan bile cezasız kurtarmak mümkündür. Ama patronu kandırması kolay değildir. Eğer sorumluluk olsaydı, ihalelerdeki yolsuzluklar olmaz, devletin yüzlerce milyon dolarlık uyduruk projelerle soyulmasına göz yumamazlardı, bu proje yanlış fayda getirmeyecektir, ekonomik değildir diyene de kulaklarını tıkayamazlardı.

Kurumun özelleştirilmesine ve kapatılmasına karşı çıkanlar bunları bilirler ama seslerini çıkarmazlar. Aydın olmak bu günü değil, geleceği görmektir. Bu usulsüzlüklerin kaçınılmaz sonu hazırladığını da göremezler. Sadece kişisel şahsi çıkarlarını düşünürler ve buna da uyanıklık derler. Halbuki küçük küçük uyanıklıkların toplamının da büyük bir enayilik olduğunu bilmezler...

Oysa kişisel çıkarların önce geldiği toplumlar geri, gelişmemiş ve çökmeye mahkum toplumlardır. Eğer kamu çıkarları kişisel çıkarlardan önce geliyorsa bu toplumlar gelişmiş toplumlardır. Çünkü kamu menfaati kişilerin yararına çalışır, fakat kişisel çıkarlar toplumun zararına çalışır. Biri toplumu geliştirici diğeri ise geriletici yönde işlev görür. Bu bir toplumsal kanundur.

Gelişmiş ülkelerin kamu işletmeleri ise özel sektör gibi çalışır. Hiç kimse kamuya zarar veremez, orada oto kontrol vardır; zararın kendisine ya da geleceğine yansıyacağını herkes bilir, bana ne demez, ya kendisi ikaz eder veya ilgili yere şikayet eder, yapan da zararını mutlaka görür. Vatandaşlık bilinci, yani toplumsal ahlak gelişmiştir, kimse kimsenin hakkına tecavüz etmez. Hiç kimse hak etmediği göreve getirilmez, rüşvet, torpil ve iltimas onlar için bilinen kelimeler değildir.

Kamuda; bizim gibi ülkelerde göreve atanan kişilerde bilgi beceri aranmaz, zaten buna da gerek yoktur. Bir güce sırtını dayamak kafidir. Bir siyasetçiye yaranmak için harcanan zaman kendisini yetiştirmek, eğitmek için harcanmaz, bilgi çağında adeta bilgisizlik yaşanır. Zaten yetersiz eğitimin olduğu okullardan alınan diplomanın bu işler için yeterli olacağı zannedilir. Hatta belirli süre makamda oturmuş olduğu seneler de tecrübeye sayılır. Makamda hangi başarıyı gösterdiğine de bakılmaz. Sadece makamı işgal etmiş olması yeterlidir. Bazı iktidarlar döneminde yükseltilmek istenen kişiler, en alt kademeden en üst kademeye birden getirip tepki çekmemek için bir üst kademede belirli süre oturtup hızla merdivenleri çıkması sağlanır. İş kılıfına uydurularak, çalışarak değil oturarak yükselmedir...

Atamalar, siyasilere baskı yapılarak ya siyasi tercihler, ya da bölgede mahalle baskısı ile gerçekleşir. Çünkü bu atamayı yapanlar bunlardan kişisel menfaat beklerler. Hatta bu işlerde siyasete baskı kurabilmek için mahalli veya bölgesel dernekler kurulur.

Güzel bir söz vardır: İşin başındaki kişi bilgi ve becerisi yoksa ihanet ediyordur.(Yani bilgi beceri ile işe, dolayısıyla ülkeye ihanet arasında ince bir çizgi vardır.)

Bu sayede devlet kadroları liyakatsiz kişilerce doldurulur, liyakatli kişiler ise bunların arasında yer alamaz, varlıkları rahatsızlık yaratır. Kendi bilgisizlikleri açığa çıkmasın diye onları görmezden gelirler, önlerine görünmeyen duvarlar örerler, hatta mobbing (iş yeri tacizi) uygularlar, işlevsiz hale getirirler. Karalama kampanyalarında bulunarak ceza ve sürgünlerle yıldırmaya uğraşırlar. Çalışanlar yolsuzluklar ve usulsüzlükler karşısında konuşamaz hale gelir.

Korku, aklın durmasıdır. Korku insanın o zamana kadar biriktirdiklerini de siler; yok eder, kişiliği kemirir, insanı nesne; kul yapar. Korku kayıptır, korku nefrettir, korku sığlıktır. korku, aklın durmasıdır, korku bulaşıcıdır. Herkesin gözü önünde bu işler olurken insanlar da hararetli futbol tartışmaları yaparlar. Enerjilerini çalışarak değil böyle boşaltırlar..

Yeterli eğitimi (Eğitim: Uygulayarak öğrenme) olmayan kişiler işi eleştiremez, değiştiremez ve geliştiremezler. Bu bir toplumsal kanundur. Kitaptan yüzme öğrenip de; denizden sağ çıkan bugüne kadar hiç görülmemiştir. AT'ın önüne et, it' in önüne ot konmaz.

Liyakatsiz yöneticileri, işyeri koşullarını bilmeyen iş yaptıkları firmalar veya atanmasını sağlayan kişiler yönlendirirler. Tabiidir ki bütün projeler de fiyasko ile sonuçlanır, bundan iş ve ülke zarar görür, daha ziyade yabancı firmalar karlı çıkarlar, firmalar kamu kurumunu çok severler; bir şeyler satmak için sık sık ziyaret ederler, genellikle de elleri boş dönmezler. Emperyalizmin mantığı, cahil ve kültürsüzlüğü sömürmeye dayanır.

Alınan malzemeler ya hiç kullanılmadan ya da doğru düzgün fizibilite yapılamadığı veya yapılmadığı için alınan malın yaramadığı, ekonomik ya da tabiatına uygun olmadığı çok sonraları anlaşılır. Ama paranız çoktan uçmuş olur.

Aksi olsaydı şimdiye kadar yapılan projelerle TTK ihya olur, zarar etmeyen bir kurum olur, hatta kömüre bağlı teknolojiler geliştirerek yurt dışına bile satacak duruma gelirdi.

Bu kötü durumdan da yönetenler hiç kendilerini sorumlu tutmazlar. Ama gerçekte; ne yapacaklarını da bilmezler. Hatta ülke için canını bile vermeye hazır olduklarını, kurum için her türlü fedakarlığı yapacaklarını sık sık söylemekten de geri kalmazlar. Hamaset nutukları...

30 yıldır Kurumun her yıl irtifa kaybederek çöküşünü hep izledik. Üretim düşmesi hep işçi eksikliğine bağlandı. Mevcut işçi ile neden bu günkü üretimin iki üç katı üretmesi gerekirken daha az ürettiği üzerinde hiç durulmaz...

Fakat ne söylendiyse, ne yazıldıysa (raporlar, bildiriler) sahipsizlikten kimse üzerine alınmıyor, okunmuyor; bilginin değerini anlamıyor, hiçbir şey fayda etmiyor. Oysa özel sektörde her bilgi değerlendirilir.

Madencilikte en önemli şey yönetimdir. Doğru ve akıllı yapılmayan işletme ve yatırımlar zarara neden olur. Kömür yatakları da verimli şekilde işletilemez. Eğer iyi bir işletmecilik yapılmış olsaydı, bu gün daha yüzeyde(mostraya yakın üst kotlarda) çalışan 22 adet özel şirket, üretecek kömür bulamazdı. Bu şirketler özelleştirmeden bu yana yaklaşık 15 milyon ton kömür üretmişlerdir. Oysa bu önemli bir rezervdir. Bu devlet eliyle iyi bir işletmecilik yapılamadığının bir göstergesidir. Bir katta kömür tamamen bitmeden alt kata inilmiştir. Çok fazla katta aynı anda üretim yapılır hale gelmiştir. Ocaklar bu haldeyken, hem ekonomik hem de iş güvenliği açısından büyük sakıncalar doğurur. Ocaklar bu sayede hızla derinleşir.

Yüzeye yakın bırakılan bu kömürler özel sektör eli ile iyi ya da kötü, göçükler içinde çalıştıkları için; biraz mecburiyetten, plansız bir şekilde üretilebilmektedir. Daha derinlerde bırakılan kömürler ise alınamayacak şekilde kalır. Yatak ziyan edilmiş olur. Derinlerdeki eski imalatlar arasında kalan kömüre kimse yatırım yapmaz. Ülkenin tek taşkömürü yatağı ziyan olur. Milli servetin kaybına neden olur... Kurumun işçi almaktan daha ziyade iyi planlı çalıştırılmaya ihtiyacı var. Fakat tüm yanlış ve hatalı uygulamalar sonucu bunun devlet eliyle yapılamayacağını yıllarca gördük.

İş güvenliği açısından bakacak olursak; TTK 'da bu güne kadar ölen 5 bin işçi özel sektörde mi öldü? İş güvenliği tedbirleri yönünden bakarsak, bilgi birikimi olan bir özel sektör kazaya karşı alınacak tedbirin kazadan ucuza mal olacağını bilir. Tedbir almaktan kaçınmaz. İş güvenliği daha ziyade öğrenim değil, bir eğitim işidir. Yani; çalışarak, uygulayarak öğrenmedir. Fiziki tedbir almak, kanun çıkarmak yetmez, çalışanları çok iyi eğitmek gerekir. Gerekli tedbirler alındığı halde kaza olan yerlerde de bilgi ve eğitim eksikliğine bağlı olarak kaza meydana gelebilmektedir. Bu da ülkenin genel sorunu olup her iki sektörde de eğitim eksikliği mevcuttur.

Bir de Kurumda çalışanlar açısından bakarsak, orası da bir başka dert...

Devlet yönetimindeki işlerde nüfuzlu kişiler veya siyaseten arkası olanlar, adeta çalışmadan para alırlar, bunlar zor işlere gelemezler, üretimi ise bunların dışında kalan çalışan azınlık % 30-40 lık kesim yapar. Diğerleri ise çalışıyor görünürler. Çünkü çoğunluk torpille işe alınmış veya atanmıştır, çoğunun arkasını dayadığı gücü vardır. Ya hiç işi yoktur ya da bir işi birden fazla kişi yapıyordur veya adama göre gereksiz iş yaratılmıştır.

Çalışmayıp cezalandırılması gerekenler de, işçi üzerinden menfaati olanlar, nüfuzlu esnaflar ve siyasiler veya kabadayılar vb. tarafından korunur. İşten atılma korkuları yoktur. Hatta amir durumunda olanlar, bu kişilerin baskı ve tehditlerine maruz kalırlar. Devlet onları korumaz, koruyamaz. Bu sayede iş barışı olmaz, çalışanlar da mutlu olmaz, kahrederek iş yaparlar, bu işten de hayır gelmez. İhmaller ve umursamazlıklar olur, İş güvenliğini de zafiyete uğratır.

Böyle bir devlet işletmesinden yana mısınız? Hayır dediğinizi duyar gibiyim ama bu vaziyete karşı ne bir girişiminiz, ne söyleminiz ne de düzeltici bir faaliyetiniz görülmemiş ve duyulmamıştır.

Özelleşince ne olur bir de ona bakalım: Bu saydığımız olumsuzlukların hiç biri olmaz. En iyi yöneticiyi bulmak zorundadır. Patron, yöneticinin her adımını takip eder; her faaliyetin maliyetini ve sonucunu takip eder. Kaynak daha verimli kullanılır, üst kottaki kömür bitmeden bir aşağı kata inilmez, çünkü özel sektör bir alt kattaki kömürün daha pahalıya mal olacağını bilir, bu durum devlet işletmesinde bilinse de umursanmaz. Dedik ya sahipsiz diye! Tek endişe ise iş güvenliği ki, bunu da devlet eğitimle ne kadar halledebilirse. Ücret konusunda da devlet denetleyici olabilir.

Ekonomik yönden de özel sektör bölgeye canlılık getirir. Her türlü sektör gelişir. Son söz: Hayatın kendi kanunları vardır, iyilik temennileri ile çalışmaz.

Editör: Pusula Gazetesi