Zonguldak'ta 22 Ağustos 2019 günü yağan şiddetli yağmur ve sonrasında oluşan sel felaketinde yolda kalan araçlara saldıran esnaf Halis Küçük'ün burnunu kırdığı araç sürücüsü Necdet Kutoğlu'nun isyanı sürüyor.
Hukuksal mücadeleye başlayan Necdet Kutoğlu, sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı:
"Bu yumruğu yiyen siz de olabilirdiniz? İsminizin Ahmet, Turhan, Mehmet, Ceyhan, Metin, Ebru, Nazlı, Nurettin olmanız farketmez.
Yağan yüksek hızlı sağanak yağış sonucu araçlarınızla şehrin sel tehlikesi içindeki merkezden kaçarken veya evlerine giderken yolun tek yol olmasının zoraki yönlendirmesiyle girmiş olduğunuz Zonguldak'ın iki büyük caddesinden biri olan Cumhuriyet caddesinin ortasında mazgalların tıkanmasıyla arabanızın tekerlerinin üzerine kadar yükselen sular arasında ilerlemeye çalışırken adamın biri suyun içine fırlıyor ve gelen geçen arabalara vurmaya, bir şeyler fırlatmaya çalışıyor. Bir ara elinde koca bir bıçağı sağa sola savurarak araçlara bağırıyor. Önce anlayamıyorsunuz, bu kim ne yapıyor. Görevli olduğunu düşünüyorsunuz ve dibi görünmeyen çamurlu suyun içinde oluşan büyük obruk çukurunun varlığını onun bildiğini ve sizi ve diğer araçlardakileri kurtarmak için trafiği durdurmaya çalıştığını düşünüyorsunuz. O sıra onun bağırdığı lakırdılar size kahramanlık narası gibi geliyor. "Ne geliyorsun, geri git geri" devamında gelen hakaretlerini duymuyorsunuz bile, geri gitmeye çalışıyorsunuz. Bir taraftan da her tarafı suya gömülmüş aracınızın motorunun nasıl olup ta çalıştığına şaşırıyorsunuz. Oysa ki su göletinden çıkmanıza şunun şurasında 15- 20 metre kalmış sonrası biraz yüksekte bulunan Soğuksu meydanı, müftülük bayırı ve ev. Yakındaki umudunuzdan vazgeçip yada vazgeçmek zorunda kalıp geri gitmeye çalışıyorsunuz ya, ileri gitmek mümkünde geri gitmek mümkün mümkün değil arkan sıra bir sürü araç sıralanmış suyun içinde can çekişiyor. Benim motorum hala çalışıyor diyorsun ama solunda da araba var manevra yapıp dönemiyorsun. Bir süre sonra arkandakiler biraz geri çekiliyorlar ve sende geri çekilebilecek bir fırsat buluyorsun. Dönmeye çalışırken yirmi metre kalmıştı diye hayıflanıyorsun. O sıra o adamın elinde bıçakla kolunu deve üzerinde savaşa giden bir arap askeri gibi havada büyük daireler çizerek döndürdüğünü görüyorsun suyun ortasında. Anlam veremiyorsun -bıçağı niye kullanıyor ki milleti çukurdan kurtarmak için? Arabanın döndürüp suyun derin kısımlarına doğru tekrar yola çıktığında artık önündeki geçmen gereken yol geri döndüğün için dört yüz metreye ulaşmış ve derinlik dahada artmıştır. Tekrar "20 metre kalmıştı be" diye hayıflanırken aracının motoru "ben su motoru değilim ki" düşüncesiyle çalışmaktan vaz geçiyor. Ahanda kaldın mı beline kadar suyun içinde. Hadi sen kaldın bir sürü aracında önünü de kestin. Onlar nasıl geçecekler seni. Arabadan inip bir kaç kişinin gözlerine bakıyorsun. Anlıyor gerçek Zonguldak insanı. Onlarda bellerine kadar suya girip aracını itmeye başlıyorlar ve aracını suyun olmadığı bir yerlere çıkartıp seni yoldan alıyorlar. Mutlusun, yolda kalmadın, çukura düşmedin. Onlara teşekkür ediyorsun. Arabanı kitleyip bir şekilde evine ulaşıyorsun. Üstünü değiştirip yağmurun dinmesini bekliyorsun. Bir, bir buçuk saat sonra yağmur diniyor. Aracının içindeki suyu boşaltmak, durumuna bakmak için tekrar geri dönüyorsun. Biraz önce mücadeleler verdiğin caddeden sular çekilmiş sadece çamur kalmış. Ve görüyorsun ki yolda hiç bir çukur yok. Obruk çukuru hiç yok. Düşünüyorsun öyleyse o adam yolda niye o kadar ( bu andan sonra artık şaklabanlık) hareketi yaptı. Ve o an uyanıyorsun. O aslında "Geçmeyin buradan diyordu, burası benim dükkanımın önü. Dükkanıma su girdi araçların dalgalanmasıyla daha çok giriyor".
"Geçmeyin buradan" dediği yer Zonguldak'ın iki ana caddesinden biri olan Cumhuriyet caddesi. Yıllarca o caddeden geçen arabalardan, yayalardan dünyanın parasını kazanmış olan esnaf dükkanına su girdi diye o araçlara düşman olmuş ve aynı yel değirmenlerine kendince savaş açan şövalye Don Kişot gibi arabalara saldırıyor. Çevresindeki bir kaç esnafta aynı Don Kişot'un yaveri Sancho Panza gibi onu alkışlıyor ve destekliyor. Bilmiyor ki o Sancho Panza'lar, Don Kişot'larının saldırdığı o arabalar ve içindeki insanlar onların ekmek parasını getirenler. Dur demiyorlar Don Kişot'a. Don Kişot'ta her geçen dakika daha şövelyeleşiyor ve daha da bir Don Kişot'laşıyor.
Oraya kadar gelmişsin ortada çukurda yok, obrukta. Merak ediyorsun adamı, merak ediyorsun önceleri kahraman sandığın yeldeğirmeni şövelyesini. Ve soruyorsun bir kaç dükkana ve buluyorsun dükkanını. Cumhuriyet caddesinde Yön mağazalarının karşısında bir İddea bayisi var oranın girişindeki sağda bulunan Elektrik süpürgeleri yedek parçası ve tüp malzemeleri satan bir dükkandaymış. Giriyorsun dükkana ve geçmiş olsun diyorsun dükkanını su basan adama sağol diyor. Peşinden soruyu soruyorsun "yolu kesen kimdi? Benim diyor Don Kişot yaptığı temizlikten doğrularak. Benim ne olacak diyor. Var mı bir sıkıntı diyor birde. Niçin öyle yaptın diye soruyorsun. Ya ne yapacaktım diyor. Arabalarınız dükkanıma dalga yapıyor, geçirtmeyecem tabii.diyor. İyide diyorsun benim aracımı geri çevirdin, motorum bozuldu, suyun içinde kaldım diyorsun. Senin malın değerli de benim ki değil mi diyor. Sen hiç öyle bir şey düşünmemişsin ki. Onun malına zarar vermek aklının hiç ucundan geçmemiş ki. Şaşırıyorsun. Birden kolundan tutuyor ve seni dışarı çıkarıyor. -"Esnaflaaaarrrr" diye bağırıyor. "Bakın bu dalgaların bize zarar vermediğini söylüyor, onun malının değerli olduğunu sizin malınızın değersiz olduğunu söylüyor." Diyor. Ve o dedikçe çevredeki esnaf arasında ki Sanço'lar bizim ki de malımız değerli diyerek bir adım daha sana yaklaşıyorlar. Gözlerindeki bakışı anlıyorsun. O bakış nefret bakışı. Don Kişot'un gözdekilerinden. O sıra Don Kişot seni kolundan tutmuş itmeye devam ediyor. Adamda deli kuvveti olduğunu farkediyorsun. Bu itme kaldırım bitinceye kadar sürüyor. Yola indiriliyorsun yolda çamur var ayakların çamura batıyor. O kaldırımın üzerinde kalmış. Sana vuracağını anlıyorsun. Senin ona vurmak isteyip istememenin önemi yok. O bir kere o caddenin Don Kişot'u olmuş, saldıracak. Durdurmak için ona doğru elini uzattığında iki gözünün ortasına tam burnunun direğine yumruğu yiyorsun. Çıkan çatırdıyı duyduğunda burnunun kırıldığını anlıyorsun. Anında ayaklarının dibine doğru akan kanlarda bu düşünceni doğruluyor. Sende bir şeyler yapmak istiyorsun ama bir sürü el seni geriye karşı kaldırıma çekmeye başlıyorlar, bırakmıyorlar seni kurtulamıyorsun onlardan yediğin yumruğu iade etmek istiyorsun, gidemiyorsun tutuyorlar seni, kurtulmaya çalışırken gücün tükeniyor aslında. Bir ara kaçsan da bu sefer karşı kaldırımda Sanço'lar Don Kişot'un yanına ulaşmana izin vermiyorlar. Bu korumadan memnun gülümsediğini görüyorsun Don Kişot'un Sanço'ların arasında. Polis çağırılıyor, geliyorlar. Bilinen prosüdür başlıyor. Hastahane muayenesinde "Burnun kırık" diyor doktor, kanama hala devam ediyor. "Durur" diyor merak etme, Röntgen flimleri çekiliyor, kırık kesinleşiyor. Ve yoldan geçen arabalara savaş açan Don Kişot'a karşı bir mücadele benim açımdan da bu tarih itibarıyla başlamış oluyor. Belkide aslında yeldeğirmeninden başka bir şey olmayan bu döndürükle mücadele ederken bende bir Don Kişot mu oluyorum diye aklıma da gelmiyor değil.
Başta dedim ya "Bu yumruğu yiyen siz de olabilirdiniz? İsminizin Ahmet, Turhan, Metin, Ebru, Nazlı olmanız farketmez. Ve hatta o arabanın içinde kendince veya ailesiyle seyahat edip o çamurlu suyun içinden kurtulmaya çalışan Zonguldak'ın en büyük idarecilerinden biri de olsan Don Kişot oradaysa ondan kurtulman mümkün değil.
O seni yeldeğirmenlerinden biri olarak görmüş bir kere."

isyerini-su-basan-ofkeli-esnaf-surucunun-burnunu-kirdi
İşyerini su basan öfkeli esnaf, sürücünün burnunu kırdı

soguksuda-bir-esnafin-cilgina-dondugu-anlar
Soğuksu'da bir esnafın çılgına döndüğü anlar

Editör: Pusula Gazetesi