Çatalağzı’nda kurulu bulunan termik santrallerin çevreye verdiği zararın boyutları günden güne daha fazla ortaya çıkıyor. Bankwatch Network ve Grenpeace tarafından yapılan Zonguldak ve Bartın’ın termik santral raporu, “Üzerimizdeki Kara Bulutlar” başlığı ile geçtiğimiz günlerde açıklanmıştı. Bünyesinde çok sayıda dernek bulunan Yaşanabilir Zonguldak Platformu tarafından hazırlatılan raporda yer alan belge ve bulgular ise, tablonun vahametini ortaya koyuyor.

Yaşanabilir Zonguldak Platformu Sözcüsü Kadir Orhan ve Çatalağzı Çevre Koruma Derneği (ÇAÇEV) Başkanı Adnan Akgün’ün imzasıyla sunuma hazırlanan raporda yer alan ifadeler şöyle:

“HÜCRELERE YETERLİ OKSİJEN GİTMİYOR”

“Karbon+5 Birim hava=Karbondioksit+4 Birim Azot (C+5 Hav =CO2+4N2) hava içinde bulunan oksijen (02) kömürü yakmaktadır. Yani havanın içindeki oksijen (O2) yanmayı oksitledikten sonra karbondioksit (CO2) olarak atmosfere atılmaktadır. Termik santrallerde yanma sürekli olduğundan, sürekli olarak atmosferden emilen havanın oksijeni kazanlarda kömürün yakılması için kullanıldığından ve bu miktarda günde 65 milyon metreküp olduğu düşünülürse, çanak şeklindeki Çatalağzı bölgesinde, daha ziyade hava sirkülasyonu olmadığı günlerde, atmosferde bulunan oksijenin azalacağı aşikârdır. Bu ise, canlıların kanın hücrelere yeterli oksijen taşıyamayacağı anlamına gelir. Bu durum ise, kanser olmak üzere birçok hastalığı tetikler. Bölgede, atmosferden günde 65 milyon metreküp hava sürekli olarak termik santrallerde yanmada kullanıldığı için, bölgedeki havanın içindeki oksijen yüzdesi azalma eğilimi gösterecek bu durum ise, termik santrallerde yanma oksijen yetersizliğinden dolayı karbondioksit (CO2) değildi, karbonmonoksit (CO) şeklinde oluşacak ve oluşan bu zehirli gazlar bacadan bu şekilde atmosfere atılacağından ve bölgedeki termik santrallerin kullandığı hava miktarı da çok fazla olduğundan, termik santrallerce atmosfere atılan gazların tahmini 100 kilometre yarıçapındaki alanda karbon monoksit zehirlenmesi tesiri görülecektir.”

“ASİT YAĞMURU KANSERE NEDEN OLUYOR”

“Eren Termik Santralleri yılda 4 milyon ton linyit kömürü yakıldığında ve linyit kömüründe minimum binde yedi kükürt olduğundan, termik santrallerde yanma sonucu gazlar bacadan atmosfere atıldığından, kükürt atmosfere yayılacak ve nemli tabakalara rastladığında veya yağdığında su ile birleşerek sülfürik asit (H2SO) meydana gelecektir. Meydana gelen sülfürik asit, insanlar tarafından solunumla ciğerlere alındığında yara meydana getirir ve kansere neden olur. Aynı zamanda su kaynaklarına karışarak, çevrede yaşayan hayvanlar ve bitkiler üzerinde etkili olur. Aynı zamanda akarsulara karışması sonucu göllere ve denizlere ulaşarak deniz yaşamını etkiler. Aynı sülfürik asit yağmurla tabiata yağdığından sebze ve meyvelerin bünyesine, girecek ve bu sebze meyveleri tüketen insanların sindirim sistemlerinde yaralara dönüşecek ve bu sebze meyveleri tüketen insanların sindirim sistemlerinde kapanmayan yaralara dönüşecek ve bu da kansere sebebiyet verecek Sülfürik asit çayırlarda ve bayırlarda otlayan büyükbaş hayvanların sindirim sistemlerinde aynı tahribatı yapacaktır. Sülfürik asit arıların düşmanıdır.”

“KÜKÜRT YER ALTI SULARINA KARIŞIYOR”

“Mevcut durum bu iken, mevcut durum dahi kitlesel zehirlenmeler, kanser olaylarına ve doğanın çölleşmesine sebebiyet verebilecek iken, Bölgedeki Eren Enerji firmasının ısrarlı olarak 2000 Megawatt/saat gücünde linyit kömürüne bağlı termik santral daha kurmak istemesi; Çatalaağzı bölgesinde (bu bölgede) günde 15 bin ton daha linyit kömürünün yanması, günde 1500 ton külü daha tabiata atılması (linyit kömürünün külünde linyit olacağından, küldeki kükürt yer altı sularına karışacaktır), bölge atmosferinden saat de 3,2 milyon metreküp veya günde 78 milyon metreküp havanın emilerek termik santrallerde yanmanın temin edilmesinden sonra bacadan karbondioksit (CO2), nitrik oksitler (NOx) ve kükürt (SO2) olarak atmosfere atılması demektir. Bölgedeki mevcut şartlar ile beraber sonuç; yılda 1,7 milyon külün tabiata atılması…”

“SAFRANBOLU’DAN DÜZCE’YE KADAR ETKİLİ”

“Günde termik santrallerdeki yanma sonrası oluşan toplan 145 milyon metreküp karbondioksit (CO2), karbonmonoksit (CO), nitrik oksitler (NOx) ve kükürt (SO2) şeklindeki zehirli gazların atmosfere atılması demektir. Atmosfere atılan bu miktardaki; zehirli gazların etki alanı ise 100 kilometre yarıçaplı dairesel alan demektir. Bu da Çatalağzı’nı kuzeyinde Karadeniz’de 100 kilometre alanı etkilemekte, güneyde Bolu-Gerede-Mengen sınırlarına, doğuda Karabük-Safranbolu, batıda Akçakoca-Düzce sınırları içerisindeki alanı etkilemektedir. Birleşmiş Milletler kuruluşu 2013 Ekim ayında açık hava kirliliğinin kansere neden olduğuna dair bildiri yayınlamıştır.”

“ACI TABLOYA RAĞMEN YENİ SANTRALLER YOLDA”

“Eren Enerji’nin bölgeye kurmak istediği 2x1000=2000 megawatt santral Muslu Belediyesi sınırları içerisinde kalmaktadır. 2013 Eylül ayı içindeki Muslu Belediyesi Encümen toplantısında Eren Enerji’nin yeni kurmak istediği 2x1000 megavatlık termik santralleri bölgenin 1/1000 uygulamalı imar planlarına işlenmesi kabul edilmiştir. Bu durumda ilgili firma tarafından bölgeye her an için 2x1000 megawatlık santral kurulabilir ve böylece daha önceden anlatıldığı şekilde insan sağlığı ve doğa tehlikeye atılmış olur. İleride daha önce bahsedilen 100 kilometre yarıçaplı yerleşim bölgeleri içinde meydana gelecek kanser vakalarının, toplumsal zehirlenme vakalarının doğanın çölleşmesinin ve hayvan neslinin tükenmesinin sorumluları, ısrarla bu bölgeye 2000 megawatlık santral kurmak isteyen ilgili firmaya yeterince tepki göstermemektedir.”

“TERMİK SANTRALLERİN ÇEVREYE VERDİĞİ ZARARLAR”

“Dünyada sınırlı ve kirletici fosil yakıtların sorunları belgelendikçe ve küresel iklim değişikliği tehdidi karşısında somut önlemler alınması gerekliliği aciliyet kazandıkça, sonsuz ve temiz yenilenebilir enerji kaynakları kullanımına artan bir yönelim olduğu gözlenmektedir. Örneğin, 1997 yılında Avrupa Birliği’nce yayınlanan Yenilenebilir Enerjilere İlişkin Beyaz Belge, 2010 yılına kadar üye devletlerde tüketilen tüm elektriğin yüzde 23,5’i olan 675 milyar kilowat saatin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmesini öngörüyor. Yenilenebilir enerji tanımı içine sakıncaları nedeniyle dev hidroelektrik santraller alınmamıştır. Beyaz Belge’de yenilenebilir enerjilerden üretilmesi hedeflenen 675 milyar kilovat saatin, 355 milyar kilovat saati (%12,4) hidroelektrik (dev barajlar hariç), 230 milyar kilovat saati (%8) biyokütle, 80 milyar kilovat saati (%2,8) rüzgar, 7 milyar kilovat saati (%0.2) jeotermal, 3 milyar kilovat saati (%0.1) ise güneş (fotovoltaik) enerjisinden sağlanacaktır. Üye devletlerin elektrik üretimleri içindeki yenilenebilir enerji hedefleri 2010 yılı için şöyledir: Danimarka %29; Finlandiya %21,7; Avusturya %21,1; İspanya %17,5; İsveç %15,7; İtalya %14,9; Yunanistan %14,5; İngiltere %9,3 ve Almanya %10,3 Güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle, küçük hidroelektrik gibi yenilenebilir kaynaklar açısından zengin olmasına karşın, Türkiye’de yenilenebilir enerjiler için resmi hedefler yoktur; fosil yakıt bağımlılığını daha da arttıracak, kirli ve tehlikeli enerji tesislerinin ithalini sağlayan ihale planları vardır. Türkiye’de elektrik enerjisinin %70’i çevre kirliliği yaratan ve küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtlardan (%31-doğal gaz; %29-linyit, %10 petrol türevleri, taş kömürü, vb.) elde edilmektedir.”

“KÜL ATIKLARI; ÇEVREYİ, IRMAK VE DENİZİ KİRLETİR”

“Termik santrallerde üretilen enerjinin sadece yüzde 30-40 oranındaki bir bölümü elektrik enerjisine dönüştürülebilmekte; kalan kısmı ise ‘kaçak enerji’ olarak adlandırılmakta ve kazanından radyasyon ile çıkmakta ya da baca gazıyla birlikte bacadan atılmaktadır. Termik santrallerin en önemli çevresel etkilerinden biri de soğutma suyuyla ilgilidir ve termik santrallerin soğutma suyu gereksinimi büyüktür. Bu nedenle termik santraller genellikle nehir, göl veya deniz gibi soğutma suyu kullanılabilecek kaynaklara yakın yerde kurulmaktadır. Atıkların denize atılması, karaya serpiştirme çok eskiden beri kullanılan sorumsuz atık yöntemidir. Deniz, akarsu ve göllerde yapılan atık ısı boşaltımlarının en az düzeye indirilmesi; denizlerdeki biyolojik yaşamı tehlikeye sokan termal kirlilik kaynaklarının yayılmasını önlemek uluslararası düzeyde sözleşmelere de girmiştir. Termik santrallerin en çok şikayet edilen ve çevreye zararı dokunan ve yazımızın başında da güncel örnekler vererek açıklamaya çalıştığımız gibi kül atıklarıdır. Örneğin 1360 megawat gücünde bir termik santralde 1 yılda -3,8x10-5 K cal/sn termik etki, 10 bin 200 ton karbonmonoksit; 612 bin ton kükürtdioksit, 47 bin 600 ton katı parçacıklar; 253 bin 600 ton azot oksit; 250 ton hidrokarbon; 75 bin 616 metreküp kül dışarıya saçılmaktadır. Çatalağzı bölgesinde şu an kurulu olan ithal linyit kömürüne dayalı 2x600¬¬¬¬¬=1200+160 MW’lik termik santrallerde günde 13 bin ton ithal linyit kömürü yakmaktadır. Linyit kömürü bünyesinde ise yüzde 0,7 (min) S (kükürt) bulunmaktadır. Bu durumda bu santrallerde yanan günlük 13 bin ton kömürden, yanma sonucu 13 binxyüzde 0,7=91 ton S (Kükürt) açığa çıkarak, atmosferde veya tabiata dağılacaktır. 91 ton S (Kükürt) atmosferde veya tabiatta H2O (Su) ile birleştiğinde 91x3=273 ton H2SO4’ü (Sülfürik) meydana getirir. Canlılara ve tabiata zararlı olanda H2SO4 (Sülfürik) asittir. Günde 273 ton gibi bir miktarı atmosfere ve doğaya dağılacaktır.”

“YEŞİL BİTKİ ÖRTÜSÜ GAZLARDAN KURUYACAKTIR”

“Termik santrallerin bacasından çıkan ve bitki örtüsünü en çok etkileyen gazlar, kükürt dioksit ve azot oksitleridir. Bitkilerin bu gazlara en hassas olan ve etkilenen organı yapraklarıdır. Yapraklardaki stomalar vasıtasıyla yaprak bünyesine giren bu gazlar, yapraktaki klorofillerin yapısını bozmaktadırlar. Ayrıca yanık etkisi, serbest asit halinde yüzeysel olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bitkiler üzerinde kirletici etkisiyle ortaya çıkan zararlar üç ayrı boyutta görülebilmektedir. Bunlar akut, kronik ve gizli zararlardır. Akut zararlanmaya uğrayan bitkiler, derhal ölmekte, kronik zararlanma öldürücü olmamakla birlikte bitki kalitesini büyük oranda bozmaktadır. Görünmeyen (gizli) zarar ise, zaman içinde ortaya çıkmaktadır. Kükürtdioksitin bitkilere olan bu doğrudan etkisinden başka, yöredeki yağışların ve bağıl nemin fazlalığı da topraktaki asitleşmeyi artırıcı, bazlarda fakirleştirici ve mikrobiyolojik etkinliği yok edici bir etkide bulunarak, dolaylı yoldan bitkilerin direncinin azalmasına neden olur. Bu direnç zayıflığı da zararlı böcek ve mantarların üremesi için gerekli ortamı oluşturur. Bu böcek ve mantarlar bitki örtüsünü ve kalitesini giderek yok ederler. Kükürt dioksitin yapraklardan sonra en etkili olduğu yerler bitki besin maddelerinin taşındığı iletim borularıdır. Bu borular vasıtasıyla bu gazın yaptığı zarar bitkinin diğer kısımlarına yayılır. Bitki terleme olayını kontrol edemez ve su dengesi bozulur. Bitkide solgunluk ve kurumalar görülür. Ayrıca polenler ve dişicik boruları zarar gördüğünden döllenme olmaz ve meyve tutmaz. Meyvedeki belirtiler bitki bir yıl Kükürt dioksite maruz kaldıktan sonra belirginleşir. Bitkilerdeki termik santrallerden kaynaklanan zararlar yaprak lekeleri, yaprak kurumaları, yaprak ve meyve dökülmeleri, büyümedeki gerileme, solgunluk ve ölümle sonuçlanır.”

“ATIK SU VE ETKİLERİ”

“Termik santraller; soğutma, buhar elde etme ve temizleme gibi çeşitli amaçlarla su kullanmakta ve tüm bu işlemler sonucunda tonlarca atık su oluşturmaktadırlar (Su arıtma tesisi atık suları, su-buhar çevriminden kaynaklanan atık sular, cüruf teknesi taşıntı suları, luvo yıkama ve temizleme suları, yağlı sular, evsel atık sular ve yağmur suları, kömür stok sahası drenajları). Bu miktar ve özellikteki atıkların ne kadar işlemden geçirilirse geçirilsin, çevre kirliliğine yol açması kaçınılmazdır. Çünkü sonuç olarak bu sular ya toprağa ve yeraltı sularına ya da bir şekilde denize ulaşacaktır. SO2 ve NOx gazları asit yağmurlarının oluşumundan birinci derecede sorumludurlar. Bacalardan atılan kükürt ve azot oksitler, hakim rüzgarlarla ortalama 2-7 gün içerisinde atmosfere taşınırlar. Bu zaman süresi içinde bu kirleticiler, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asidi oluştururlar. Bunlar da yeryüzüne yağmur ve kar ile ulaşır. Böylece baca gazları ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye etki etmiş olurlar. Bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, etki yüzlerce kilometreye kadar yayılabilmektedir. Asit yağmuru denilen bu olgu yalnızca canlılar için değil, taş yapıtlar ve eski sanat eserleri için de önemli bir tehlike oluşturmaktadırlar. Asit yağmurları, yaprakların stomalarına girerek yaprağın su dengesini sağlayan stoplazmanın asitleşmesine neden olurlar. Bunun sonucunda sıvı kaybeden yaprak, kısa sürede ölür. Bu şekilde ağacın hastalıklara dayanıklılığı azaldığından zararlı böceklerin istilasına uğrar ve ölümü hızlanır. Ayrıca giderek zayıflayan ve yaprak kaybeden ağacın tepe çatıları seyrekleşerek rüzgar perdesi görevini yapamaz ve ağaç rüzgardan devrilebilir. Asit yağmurunun toprağa düşmesi sonucu toprağın asiditesi artar ve bu kuvvetli asidik çözeltiler topraktaki Ca++ , Mg+ , K+ gibi minerallerin kaybına neden olur. Bu mineraller ağaçların büyümesi ve kendilerini yenilemeleri için yaşamsal öneme sahiptirler. Toprakta PH yüzde 5’in altına düşerse toprak sıvısı içinde alüminyum ve ağır metallerin konsantrasyonu artar. Kurak mevsimlerde topraktaki nemin azalması sonucu bu maddeler iyice yoğunlaşır ve bitki kökleri için öldürücü etki gösterirler. Ayrıca kloroplastlarda biriken SO2 yaprağın fotosentez yapmasını engeller ve bu yolla da ağaca zarar verir. Tüm bunların sonucunda ağaçların yeşil sürgünleri gelişmeyip kurumakta, yaprakları dökülmekte, çiçek ve meyve vermemektedir.”

“SANTRALLERİN VERDİĞİ EKONOMİK ZARARLAR”

“1. Ağaçların henüz olgunlaşmadan kesilmesinden doğan zarar.

2. Arazi gelirlerinden yoksun kalmaktan doğan zarar: Bu zarar orman ölümü ile üretimden uzaklaşan arazinin zarar süresince sağlayabileceği gelirden oluşur.

3. Toprak koruma önlemlerinden doğan zarar: Orman rejimi içine giren ve fakat çeşitli nedenlerle aşınmaya uğrayan toprakların korunması ve özelliklerinin iyileştirilmesi için yapılan harcamalardır.

4. Ek ağaçlandırma giderlerinden doğan zarar: Zarara uğrayan alanda gaz etkisinin geçmesi ile yeniden ormancılık üretimine geçilmesi için gerekli olan ağaçlandırma giderleridir.

5. Ormanların azalması ve toprağın çoraklaşması sonucu oluşan erozyon büyük miktarlarda toprak kaybına neden olur.

6. İnsan sağlığı açısından doğan zararlar: Ormanlar hava kirliliği için bazen doktor bazen de hasta durumundadırlar. Olgun iri yapraklı 100 yaşındaki bir kayın ağacı saatte yaklaşık olarak 1,7 kg O2 üretmekte, 2,35 kg CO2 tüketmektedir. Ayrıca aynı kayın ağacı yılda 1 ton tozu süzmekte, baca gazları, bakteri ve virüsleri bağlamaktadır. Bu nedenle orman havası havadaki partiküllerin, özellikle solunumla akciğere giden tozların sayısı bakımından kent havasına göre yüzde 90-99 oranında daha temizdir. Bu durumda termik santrallerin etkileriyle ortaya çıkan orman ölümlerinin insan sağlığını ne derece olumsuz etkilediğini tahmin etmek pek zor değildir.

7. Bacadan atılan gazların etkisiyle evcil hayvanların verimi azalır, kara ve sulardaki yaban hayvanlarının sayısında azalma olur.”

“URANYUM ÇEVREYE YAYILIYOR”

“Termik santral küllerinin toplandığı alanda (kül depolarında) oluşan radon gazı (Ra222) havaya ulaşmaktadır. Bu küllerin üzeri toprakla örtülse dahi toprağın gözeneklerinden geçen Ra222 havaya karışır. Ra222 3,8 günlük bir süre içinde Polonyum’a (Po210) ve aktif kurşuna (Pb210) dönüşebilmektedir. Bu nedenle kül yığınları çevreye radyoaktivite yayar. Bacadan atılan maddelerin içinde belki de en önemlisi, linyitte bulunan ve yanma ile açığa çıkarak etrafa yayılan uranyumdur. Küllerdeki uranyum da ayrı bir sorun yaratmaktadır.”

“SAATTE 160 BİN, GÜNDE 4 MİLYON METREKÜP SU ÇEKİLİYOR”

“Termik santrallerde sucul canlılar için etkiler; soğutma suyu olarak alınan suyun geri

verilmesi sırasında gerçekleşmektedir. Alınan su; soğutma suyu olarak kullanılmadan

önce kimyasal işlemlerden geçirilmekte ve santralin makinelerine zarar vermemesi

sağlanmaktadır. Bu da suda bazı metallerin artmasına neden olmaktadır. Bu kimyasallar

sucul canlılar üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve birçok canlının ölmesi neden

olmaktadır. Ayrıca şu anda bölgede çalışan termik santraller denizden toplam bir saate 160 bin metreküp su çekmektedir. Bir başka deyimle bir saatte 160 bin (bir günde 4 milyon ) metreküp su yaşamsal özelliğini kaybetmekte ve ayrıca bu çapta büyük deniz suyu pompalarının güçlü vakum yapması sayesinde denizde bütün balıkları ve muhtelif canlıları çekerek telef olmasına neden olmaktadır. Etkilerden bir diğeri ise, atık suyun sıcaklığıyla ilgilidir. Termik santrallerde atık olarak çıkan ısının yaklaşık yüzde 15’i baca gazı içinde, yüzde 85’i ise su ile dış ortama bırakılmaktadır. Ancak çoğunlukla termik santralden çıkan atık suyun sıcaklığı, ortamın sıcaklığından fazladır. Sıcak suyun su kaynaklarına verilmesi sonucunda, kaynağının da sıcaklığı yüzey gerilimi ve oksijen çözebilme kapasitesi azalmaktadır. Bütün bunlar su kaynaklarında yer alan canlıları olumsuz yönde etkilemektedir. Eren Termik Santrali’nin 1200 Mw denizden çektiği su miktarı 144.000/saattir.”
Editör: Pusula Gazetesi