1938´de gerçekleşen katliama gerekçe gösterilen isyan ve Seyit Rıza´nın başkaldırısı devletin gizli belgelerinde yalanlandı. Bu belgelere göre, Seyit Rıza silahını bırakıp teslim olmuştu.

VE BAŞBAKANLIK ARŞİVLERİ AÇILDI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" demiş ve ardından yoğun bir Dersim tartışması başlamıştı. Erdoğan aynı toplantıda 9 Ağustos 1939 tarihli bir belgeyi de göstermiş ve buna göre 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünü belirtmişti. Devletin arşivlerinde konuyla ilgili döneme ait çok sayıda belge olduğu da biliniyordu. Ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, geçen hafta belgeler üzerindeki gizlilik kararını kaldırarak kamuya açıkladı.

Atatürk´ten İnönü´ye kadar

Yaklaşık 350 belge bugün halka, araştırmacıya, gazetecilere açık. Bunca belge bin 500 sayfadan fazla evrak demek. Hemen tamamı "çok gizli" veya "gizli" damgası taşıyan belgelerde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakanlar İsmet İnönü, Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya, Şükrü Saraçoğlu, bölge komutanları Korgeneral Abdullah Alpdoğan ve özellikle 1938´de etkili hale gelen Ordu Müfettişi Orgeneral Kazım Orbay´ın imzaları var.

Tezleri çürütecek belgeler

Bu çapta bir evrakı incelemek ve kısa sürede yazı dizisine çevirmenin zorlukları ortada. Dersim konusunda kalem oynatabilmek için bugüne kadar yazılmış yüzlerce kitap, binlerce makale, son dönemde sayıları hızla artan sözlü tarih çalışmalarına hakim olmak, dahası devletin o dönemki politikalarına, atmosferine, iç ve dış meselelere bakışına ait ciddi bilgiye de ihtiyaç var. Dolayısıyla yazı dizimizde daha çok sözü belgelere bırakarak, devletin o soğuk ve duygulara neredeyse hiç yer vermeyen bürokratik yazışmalarından en çarpıcı olanları küçük açıklamalarla sizlerle paylaşacağız. Kesin olan şu ki, bu belgelerin ortaya çıkması, bugüne kadar iddia edilen tezlerin kimisini çürütecek.

Gizli bilgi Ankara´ya ulaştırıldı

Dersim denlince en çok konuşulan isim olan Seyit Rıza´nın dramatik idam sahnesi kadar idama giden yoldaki atılan adımlar da çok sayıda tartışmayı beraberinde getirdi bugüne kadar. Bir taraf idam edilmesinin meşru olduğunun gerekçelerinden birisi olarak Seyit Rıza´nın yakalanmasını gösterirken; bir taraf da yakalanmadığını, görüşmeler için kendisinin geldiğini iddia etti bugüne kadar. Devletin kendi gizli ve o günkü belgesi ise 74 yıl sonra bu tartışmayı sonlandırıyor: Seyit Rıza yakalanarak ele geçmedi. Kendisi teslim oldu! İçişleri Bakanı Şükrü Kaya´nın, 12 Eylül 1937´de çift hilalden oluşan "çok gizli" damgasıyla Başbakanlığa geçtiği ve altında kendi imzası bulunan mesajda şunlar yazıyor: "1-Seyit Rıza´nın bizzat ve Hüseyin ve Battal oğlu Riza namındaki iki avanesile kayıtsız şartsız ve silahsız olarak dün 11/Eylül/937 saat (22)de Erzincan Jandarmasına teslim olmuş olduğu Erzincan Jandarma mıntıka komutanlığından bildirildiğini saygılarımla arzederim. 2- Yüksek Başvekalete, Riyaseti Cumhur Katibi Umumiliğine, Gnkur. Bşk.lığına arzedilmiştir.

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya..."

Büyük sürgünün işaretleri verilmişti

Dersim üzerine Cumhuriyet´ten sonra 30´dan fazla rapor yazıldı. En eskisi 1924´e kadar giden bu raporların kimisinin gizli kaldığı da belgeler açıklanınca ortaya çıktı. Bu raporlarda yol ve köprü yapımı başta olmak üzere halkın dağlık araziden ovalara ve hatta başka illere taşınması, otoritenin sağlanması için ciddi askeri harekat ilk akla gelen çözümler olarak hemen bütün raporlarda sıralanıyor. Daha 1928´de bile Dersim´den ovalık bölgeye kaydırılan 215 aile bulunmaktaydı. Raporu yazan Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali Öngören ailelerin kazalara göre listesini de yapmıştı.

Sefillikten başka nasibi olmayan halk

DÖNEMİN Sağlık Bakanı Ahmet Hulusi Alataş, Zonguldak Valiliğine 8 Aralık 1937´de bir yazı yazar. Yazıda, Dersimlilere yönelik bakış açısı daha ilk paragrafta kendisini ele vermektedir: "Reisicumhur Atatürk´ün bu defa yapmış oldukları Şark seyahatinde uğradıkları Tunçeli´ndeki yüksek müşahadeleri neticesinde bu havalide yalçın dağlar arasında sıkışan tek tük ziraate elverişli vadilerin bu mıntıkadaki halkı geçindirmeğe kafi gelmediği anlaşılmış ve çıplak kayalar içinde sefil ve bedbaht bir payat sürmekten başka nasibi olmayan Dersim halkının bundan sonra da aynı vaziyette bırakılmaması takarrur etmiştir..." Bakan, Dersim halkının Zonguldak maden ocaklarında çalıştırılması için şehirde "iki oda, bir hol ve bir heladan müteşekkil planlı" evlerin bulunduğu yeni mahalleler kurulması için planlamanın başlamasını istemektedir.

Bütçe olsa ilk operasyon 1932 yılında yapılacaktı

Devletin Dersim´le ilgili hazırladığı ve bugün gün yüzüne çıkan raporlardan birisi de 1930´lu yılların başında da bölgeye bir operasyon düzenlenmesinin düşünüldüğünü gösteriyor. 1930-35 yılları arasında Milli Savunma Bakanı olan Zekai Apaydın´ın 15 Nisan 1932´de Başbakan İsmet İnönü´ye yazdığı "çok gizli" anlamına gelen çifte hilal damgalı, ayrıca "çok mahrem ve aceledir" ibareli yazısında aslında 1932´de bir harekat düşünüldüğü ama bütçe yetersizliğinden yapılamadığı belirtiliyor. Bakan, "Dersim mıntıkasında icrasına lüzum görülen tedip harekâtı için yeni sene bütçesinin müsaadesizliği ve bu hususta Heyeti Vekilenin kararı da alınamadığı malumu sanileridir" diyor. Bakanın harekât yapılamıyorsa bile hiç olmazsa Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak´ın önerileri doğrultusunda kimi önlemler alınmasını istediği yazının ekinde. Türkiye´de 170 milyon liralık 1932 yılı bütçesinin yüzde 30´unun borç ödemelerine; yüzde 30´unun da savunma harcamalarına gittiği düşünülürse 2 milyon lira önemli bir maliyet getirmekteydi.

Editör: Pusula Gazetesi