Yılmaz, açıklamasında, "2019-2020 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı sona ererken, 19 milyonu aşkın öğrencinin, 950 bin öğretmenin yarı yıl tatiline girdiğini belirterek, "Öğrencilerimizin dönem boyunca yaptıkları çalışmalar karnelerine yazılan notlarla değerlendirilirken, biz eğitim emekçilerini performans ölçekleriyle değerlendirmeye çalışan MEB, 2019-2020 eğitim öğretim yılının ilk yarısında gösterdiği performans ile yarı yıl karnesini kırık notlarla doldurmuş, hiçbir kurtarma yazılısıyla geçere dönüşemeyecek bu notlarla daha şimdiden 2019-2020 öğretim yılı sonunda sınıfta kalmayı garantilemiştir" dedi.

Yılmaz, şöyle devam etti: "15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hükümet ve MEB eliyle başlatılan hukuksuz ihraçlar, sendikal eylemler gerekçe gösterilerek yapılan sürgün, soruşturma ve baskılar bu dönemde de sürmüş, "ihraçlarla ilgili itiraz komisyonu " kendine yüklenmiş misyon gereği itirazların incelenmesini ağırdan almaya devam etmektedir. Komisyon, ağırdan aldığı işi ile, haklarında ihraca gerekçe gösterilen iftiraların asılsızlığı mahkemekararı ile onaylanmış eğitim emekçilerini yine işsiz ve öğrencilerinden ayrı tutmaya devam etmektedir. Adına hukuk devleti denilen bu çarpık düzenin, Aziz Nesin öykülerine malzeme olacak uygulamaları ve ciltler dolusu malzemeleriyle bir dönemi daha geride bırakıyoruz. Biz eğitim alanında çalışanlar, yaşadığımız traji-komik, dram ve her türden melodram ile geride bıraktığımız dönemi, önceki dönemler ile karşılaştırdığımızda değişen bir şey olmadığı gibi eleştiri konusu olayların artarak sürmesini de artk garipsemiyoruz. Çünkü bu kumaştan, ancak bu kadar elbise çıkar diyerek, "ceketinin kolu kısa, pantalonun bir paçası yok" diyerek var olan durumu akp' nin 18 yılında artık yadırgamıyoruz. Yadırgamıyoruz ancak, bu kaotik düzene, alışmadık ve alışmayacağız. Fakat görünen o ki birileri liyakatsizliğin adını "hizmet yarışı", yüzsüzlüğü ise "hizmet aşkı" olarak görerek, bu bozuk düzenin değirmenine su taşımaya devam ediyor. Çalıştığı okulda yardımcılık adı altında yöneticilik bile verilmeyenlerin bu dönemde, en tepeye geldiklerinde "ne oldum" delisine döndüklerini gördüğümüz gibi, yerine geçenlerin soruşturmacı olduklarında emir komuta zinciriyle kendilerine verilen görev (!) ile "öğretmeni il dışına sürdürüp, kıdem ilerlemesi cezası ile cezalandırılmasını" teklif ettiklerini gördük. Kendilerinin, sosyal medya hesaplarına siyasi yaklaşımlarını "ak" açık yazmalarının da kıdem ilerlemesi cezası ile cezalandırılması ve ellerinden yöneticilik görevlerinin alınması gerektiğini bilememelerini de artık çokça garipsemiyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu kentte devlet memurlarına ceza verilirken 657 sayılı yasaya göre değil, sendikasına göre uygulama yapılıyor. 2019-2020 eğitim öğretim yılının birinci dönemi, eğitimin acil çözüm bekleyen sorunlarının belirgin bir şekilde arttığı, laik, bilimsel eğitime meydan okuyan düzenlemelerin hayata geçirildiği, eğitimde ticarileştirme ve dinselleştirme adımlarının yerleştiği, siyasi iktidarın eğitime ve topluma yönelik dayatmacı ve baskıcı uygulamalarının zirve yaptığı bir dönem olmuştur. MEB, eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek yerine, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirecek adımlar atmayı tercih etmiş ve aldığı her karar ile yarattığı beklentiler karşılaştırıldığında yurttaşların hayal kırıklığını katmerleştirmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, büyük ölçüde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişikliklerle, başta öğrencilerimiz, öğretmenler, eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, toplumun geniş kesimlerini her zamankinden daha çok etkilemiştir. Bir taraftan eğitim sistemi adım adım özelleştirilip halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları belirgin bir şekilde artarken, diğer taraftan eğitimi büyük ölçüde dini kurallara göre biçimlendirme ve dini eğitimi devlet eliyle yaygınlaştırma yönünde çok sayıda adım atılmıştır. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, çocuk yaşta evlenmeyi özendiren düzenlemeler yapılmıştır. Çocuk işçiler sorunu büyümüş, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmıştır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme çabalarına rağmen, geçtiğimiz dönemde cinsel istismar ve cinsel saldırıların artmasına yol açacak yasal düzenlemeler gündeme gelirken, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayı yaşanmıştır. Başta yoksul-emekçi ailelerin çocukları olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar, eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, önemli bir bölümü dini vakıf ve derneklerin kucağına itilmiştir. Geçtiğimiz dönem, MEB' in eğitimde dinselleştirmeyi temel alan politikaları yoğunlaştırılmış, Diyanet başta olmak üzere, dini vakıf ve derneklerle yapılan protokoller sürdürülmüştür. Özellikle okul öncesi eğitimde pedagojik olarak sakıncalı olmasına rağmen 'dini eğitim' uygulamalarının başlatılması ve özellikle kurum açma ve kapatma yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle 'bütün yolların imam hatiplere' çıkmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır. Sözlerimi bitirirken anlattıklarıma örnek olacak bir 2020 Türkiye örneği vermek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde Van' ın Çatak ilçesinde arkadaşlarının doğum gününü kutlamak isteyen öğretmenlerin birbirlerine sarılması nedeniyle aldıkları disiplin cezası bu dönemde yaşadığımız en traji komik örneklerden biri olmuştur. Adeta kara mizah konusu sayılabilecek bu yaşanan vak' a da (!), yetkililer tarafından İki öğretmenin birbirine sarılmasının videoları izlenip, haklarında disiplin cezası veriliyor. Savcılık ortada suç olmadığını açıklarken son noktayı valilik koyuyor, "öğretmenlerin birbirine sarılması suçtur! " Yaşanılan bu süreci, hayretle izleyen bir kesim "Nasıl yani?" derken, ne bu öğretmenlerin sendikasından itiraz sesleri yükseliyor, ne de Milli Eğitim Bakanlığı'ndan! Çünkü arzuladıkları, makbul gördükleri ve yaratmak istedikleri karanlığın yükselişini izliyorlar! Çünkü ellerindeki yetkileri, gücü AKP'nin siyasi, toplumsal ve kültürel arzularına teslim etmekten memnunlar! Çünkü kendi varlıklarını bu teslimiyete borçlular! Yoksa mümkün mü, bir okulda müdür olabilmek, Cumhurbaşkanı'nın ve devletin ildeki temsilcisi olarak vali olabilmek, "memnun sen" olabilmek?

İşte bu güç ilişkileriyle iç içe geçen çalışma ilişkilerimiz, toplumsal yaşamımız, siyasal rejimimiz ve kültürel dokumuz bir bir yeniden yapılandırılmak isteniyor! Kadınla erkeğin "ateş ve barut" olarak görüldüğü, AKP' nin makbul ilan etmediği her şeyin sakıncalı, yasak, suç ilan edildiği, en insani değerlerin dahi söz konusu makbullük denetiminden geçtiği bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenledir ki Eğitim Sen olarak öğretmenlerimize, öğrencilerimize, velilerimize bir çağrı yapıyoruz! Onlar, bizlere eziyet ettiklerini zannederek varsın içlerindeki karanlığa sarılsınlar! Bizler birbirimize, insanlığımıza, daha güzel yarınlara daha güçlü sarılalım, el ele verip umut olalım! Çocuklarımızı, insanlıktan nasibini almamış olanların karanlık dünyalarına teslim etmeyelim! Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar, elbette ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullardan ayrı ve bağımsız değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik ve laik eğitim hakkı için mücadelemizi kararlılık içinde sürdüreceğimizi buradan bir kez daha ilan ediyor, tüm öğretmen ve öğrencilerimize iyi tatiller diliyoruz."